Despot Prens'in Öğretmeni Olacağım! - 13.Bölüm
Çay evinin içi çok sessiz ama zarifti. Burası genç soyluyor için bir buluşma yeri gibiydi.
İçi bir galeri kadar geniş ve bir sanat müzesi kadar güzeldi.
Prim bir tablonun önüne oturdu ve içeceklerinden zevk alan asillere baktı.
Bir çok grup vardı ama aralarında Prim’in bakışlarını yakalayanlar da vardı.
Pahalı kıyafetler ve elit bir konuşma şekli.
Bu tarz hikayelerden gizlice zevk alanlar aristokrat ruhlar olmalılar.
“…Bence bu yüzden yatakta çok iyi.”
“Aman aman, cidden mi?”
“Onun aç bir canavar gibi olduğunu söylemiştim.”
Prim’in kulağına ufak bir fısıltı geldi.
Gizlice buluşup bunu mu konuşuyorlar.
‘Gerçekten gizlice buluşmaya değer.’
(Ç.N: bence de değer :D)
Kafasını sallayan Prim yanındaki konuşmayı duymak için kafasını eğdi.
“Lordumun çok güçlü olduğunu duydum, yatağı kırdı kalkmama izin vermedi tüm gün uyumama izin verdi falan.”
Leydiler arasındaki konuşma çok utanç verici olsa dahi, konuşma şekilleri çok zarifti.
Kahvesini yudumlarken çevresindeki konuşmadan zevk aldığı zamandı.
‘Ah tanrım!’
Prim aniden kendine geldi. Buraya bunları dinlemek için gelmemişti.
Prim yeniden oturduğu yerden kalktı ve şahin gözlere etrafı taradı.
Ve onu buldu!
Siyah saçlar, yakut gözler.
‘Ah canım…’
Ama tek o değildi.
‘Güzel olana benzeyen 2 aday.’
Prim bir fincan kahve aldı ve iki güzel adayının yakınına gitti.
Ardından dikkatlice dinledi ve söyleyen her şeyi kafasına kazıdı. Ne kadar çok bilirse o kadar kolay olurdu.
Güzel adayı bir zarif bir ses ile konuştu.
“Son zamanlarda diğer resim tekniklerini öğreniyorum…”
“Aman, Leydi Sylvia çay odalarında da mükemmel. Ben tek bir tekniği bile çok zor buluyorum.”
“Ben eskiz çizerken bile zorlanıyorum. Şuna bak, Leydi Sylvia inanılmaz.”
“Öyleyse İmparator, Kont Lertand’ın resmettiği tabloyu sevdi mi? Kıskandım. Ailenin sanatta iyi olduğuna inanamıyorum.”
‘Budur.’ Prim yandan onlara baktı.
O, Sylvia Lertrand.
Prim’in kafasında Güzel Adayı 1 ile ilgili bilgiler var.
Güzel Adayı 1 veya Sylvia, ilk bakışta insanların merkezinde güzel taneli bir ruh gibi görünüyordu.
Parlak siyah saçlar ve ışık saçan kırmızı gözler. Gülüşü dahi parıldıyordu.
Olabildiğince güzeldi ama bilinmeyen bir şey vardı.
Prim bunun farkına varmadan gözlerini kapadı çünkü altıncı hissine güvendi.
“Oh, haberleri duydun mu?”
Sylvia konuyu değiştirdi. Bu görüşmeye gelmesinin bir nedeni olduğunu belli etti.
“Yakında, 7. Kraliçe’nin doğum günü.”
Diğer grubun gözünde gerginlik belirdi. Sylvia çıkmazdaymış gibi söyledi.
“İtibarım yüzünden benim resimlerimi görmek istiyor. Oraya benle gidecek kimsem yok.”
Sylvia utangaç bir şekilde gülümsedi.
‘Alçakgönüllüymüş gibi şeyler söylüyorsun.’
Ama Prim’in fikirlerinin aksine diğer asiller o sözlerini birirken parıldayan bir ses ile konuştu.
“Aman tanrım, ben de kraliçe tarafından davet edildim.”
“Ben de.”
“O zaman beraber gidebiliriz.”
Sylvia yumuşak bir şekilde gülümsedi ve bir anda üzüntüsü kayboldu. Prim’in gözleri kısıldı.
“Ama Leydi Elena.”
Sylvia’nin bakışları, garip bir şekilde gülümseyen kadına döndü. Herkesin bakışları Leydi Elena’ya döndü.
O da siyah saçlı ve kırmızı gözlü bir güzel adayıydı.
Elena utanmış bir şekilde gözlerini kırptı ve yanlış bir şey yapmış gibi parlaklarını büktü.
“Neden Leydi Elena hiçbir şey söylemiyor? Kraliçeden davet almadınız mı?”
“Aslında…”
“Seninle gidebileceğimi düşünmüştüm ama konuşmayan tek sendin.” (Sylvia)
“Endişelendim.”(Sylvia)
Sylvia gülümsedi.
Ardından Prim Elenaya döndü. Sylvia’ya odaklanan Elina umurunda değilmiş gibi görünüyordu.
Hayır, dürüst olmak gerekirse galeriye ilk defa gidip gitmeyeceğini bile bilmiyordu. Çünkü Sylvia’nın muhteşem görünüşü çok daha dikkat çekiciydi.
Buna kıyasla Elina sanki havaymış gibi fark edilmiyordu, hemen yanında olsa bile.
Nazik tavırları ve gülen yüzü kendine olan güvenini azalttı.
‘Belki ailesinin ismi yüzündendir.’
Prim gözlerini tekrar hafifçe açtı. Hiç adil değildi.
Sylvia’nın sözlerinden ipuçlarını anlayan diğer leydiler ona tek tek yardım etti.
“Aman. Davet edilmediniz mi?”
“Leydi Helen tam olarak neyi kast ediyorsunuz. Onun davet edilmeme imkanı yok. Bu çok nadir bir durum.”
Elena onların aşırı adaletsizlikleri yüzünden incindi. Prim kaşlarını çattı.
“Hayal kırıklığına uğramayın Leydi Elena.”
Sylvia onu rahatlatmak için konuştu.
“Unutmuş olabilirsiniz. Biz de geç geldik, hadi beraber bekleyelim.”
“….”
“Peki, eğer umursamıyorsan neden benimle resim yapmıyorsun? Ben yeniyim. Öğretmenimden bugünlerde popüler olan bir resim tekniğini öğreniyorum. Söylediğim resimle ilgilenmiyor musun?”
Sylvia cömert bir sesle konuşup Elena’ya baktı.
“Hadi ama. Şuna bak. Bu birkaç gün önce bitirdiğim resim.”
Sylvia öyle dedi ve yanındaki tuvale dokundu. Diğer genç soylular birbirlerine baktılar.
‘Hayır, bu ne için?’
Prim’in onların bakışlarına baktı. Sayısız drama izleyip roman okuduktan sonra, farkındalık parladı.
Prim önce bir kapüşon ve bir maske taktı.
Ardından hızla onlara yaklaştı ve tuttuğu fincanı sanki yanlışlıkla olmuş gibi düşürdü.
(ÇATIRT!)
Bir şeyin kırılma sesi onların dikkatini çekti ve ona baktılar.
“AH!”
“Yüce İsa!”
Boynunu sıkarak garip bir ses çıkaran Prim, Sylvia’ya doğru eğildi.
Prim, bardağı kimsenin yaralanmaması için uzağa düşürdü ama Sylvia’nın eteğinin ucunda iğrenç bir leke oluştu.
“Hey, bu ne böyle!”
Sylvia karışık bir yüz ile kıyafetine baktı.
“Bunun için çok üzgünüm.”
Bayan Bub gibi konuşma tarzını uyduran Prim, Sylvia’nın eteği tuttu.
“Üzgünüm ellerim rahat olmadığı için oldu.”
“…Sorun yok.”
Ama tam tersine, Sylvia’nın yüzüne gerginlik çarpmıştı.
“Özür dilemek isterim.”
Prim yavaş bir sesle konuştu. Sylvia ona nahoş bir bakış attı.
Ama Prim hayranlıkla titredi.
“Siyah saç, kırmızı gözler.”
Prim, Sylvia’yı işaret ederken duyabilmeleri için kasıtlı olarak mırıldandı.
“Baban çok endişelenmiş olmalı.”
“Affedersin?”
“Son zamanlarda evliliğin yüzünden baskı altındasın değil mi?”
“…..!”
Sylvia’nın gözleri büyüdü.
Soylular arasındaki evlilik, aileler arasında ittifaktı. Düzenlenmiş evlilik doğaldı.
Ayrıca sol parmağında soluk bir iz vardı. Belki bir nişan yüzüğü vardı.
Genç soyluların buluşmasında, yüzüğü çıkarmak zorunda olmaları, halkı bilgilendirmek istemedikleri anlamına geliyordu.
‘Nasıl bu kadar saf olabilir.’
(Ç.N: kurnaz Prim hehe)
Prim ağzındaki gülümsemeyi sildi. Böyle bir davranışta bulunurken yüz ifadesini kontrol etmeli.
“Sen ve ben birbirimize dokunduğu an, Leydi’nin babasının silüetini gördüm. o an ruhunu okuyabildim.”
“İmkansız…”
Sylvia inanamayarak başını salladı.
“Baban siyah saçlı ve kırmızı gözlü değil mi?”
“…bu doğru.”
“İsmin Sylvia Lertrand değil mi?”
“Peki, bunu nasıl bildin?”
Siyah saçların ve kırmızı gözlerin var ve konuşmanıza kulak misafiri oldu. Prim onu köşeye götürmeye karar verdi.
“Oh, burada belalı bir zihin görüyorum.”
Prim sanki başı ağrıyormuş gibi kafasını tuttu.
“İnatçı bir kişiliğin var ve istediğin şeye sahip olman gerektiğini düşünündü.”
Prim’in konuşmasıyla Sylvia’nın gözleri büyüdü.
“Bunu fark ettiğine inanamıyorum.”
“Leydi Sylvia’daki her şeyi görebilmelisiniz.”
Sylvia’nın yanındaki genç bayanlar tam bir hayranlık ile mırıldandılar.
Prim zihin okuma becerilerini göstermeye devam etti.
“Ah, gerçekten. Ruhun seni tehlikeden kurtarmak için bana bir sinyal gönderdi.”
“Hayır, olamaz.” (Sylvia)
“Eğer değilse ismini ve kişiliğini ve ilişkilerini nasıl bilebildim?”
Sylvia nazikçe kolunu aşağı indirdi. Prim bu fırsatı kaçırmadı ve hemen devam etti.
“Babanın nişanlı adayına vereceği kararı beğenmiş gibi görünmüyorsun.”
“Evet, başta çok heyecanlıydım ama o çok kısaydı.”
Sylvia neden bahsettiği hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi hayal kırıklığını dile getirmeye başladı.
Prim bir fırsat yakaladı ve bu fırsatı kaçırmak istemedi.
“İyi görünmüyorsun. Onun senin tipin olmadığını görebiliyorum.”
“EVET! EVET! Nasıl bildin?”
Sylvia başını salladı ve tuzağa düştü. Yanındaki Leydiler, Prim’e olağanüstü biriymiş gibi baktılar.
‘O zaman bu zaman.’
Prim vicdan azabı ile gülümsedi.
“Ondan kurtulman için bir yolum var.”
***
Çevirmen: AlmaKarma
Yorum yapmayı unutmayalım arkadaşlar, çevirmenin tek benzini yorum biliyorsunuz ( ꈍᴗꈍ)