You’ve Got The Wrong House, Villain - 5.Bölüm
Bölüm 5
“Ev sahibi olan yaşlı amca evin iyi bir şansa sahip olduğunu ve evin her sahibinin başarılı bir şekilde ayrıldığını söyledi.”
“Bunu ev sahibi mi dedi?”
“Evet ve bana çok iyi tavsiyeler de verdi.”
“…”
“Ama anlarsın ya, az önce tanıştığım komşu bir anda hayaletler hakkında konuşmaya başladığında çok şaşırdım.”
Sakın bana evi bilmeden aldığını söyleme…
Küçük bir kız kardeşi varken, böyle korkunç bir söylentiye sahip bir evi tutmasının başka açıklaması yoktu.
Diğer yandan, ‘evin iyi şanslı olması’ ya da evin ‘her sahibinin ayrılırken başarılı ayrılması’ da ne demekti? Eğer yalan söyleyeceksen bari sınırını bil. Ama bütün bunların hepsini söyleyerek evi sattıysa fiyatta indirime gitmemiş demekti. O, kahramanı gasp etmek isteyen yaşlı bir ev sahibiydi.
Bunun farkında olmayan Anne-Marie, yukarıdaki açık gökyüzü kadar parlak bir gülümsemeye sahipti.
“Şimdi anlıyorum ki bir tür yanlış anlaşılma olmalı. Sanırım komşum da benim için endişeliydi ve bu yüzden bu söylentiyi bana söyledi. Onu tekrar gördüğümde, yanıldığını hakkında onunla konuşmalıyım.”
…Kahraman bu şekilde iyi olacak mı?
Tabii ki, o evde hayalet diye bir şey yoktu, bu yüzden iyi bir şekilde yaşayabilirdi. Ama bunun dışında, bu kadar kolay aldatıldığından bu acımasız dünyada hayatta kalıp kalamayacağını merak etmeden duramadım.
Ah, doğru. Kahramanın böyle olmasını sağlayan bir adam vardı ve sanki her şeyin sadece ana karakter için var olduğunu kanıtlıyormuş gibi, romanın sonunda zengin anneannesini bulacak, mirasını alacak ve kaderi tekrar parlak bir şekilde çiçek açacaktı.
O zaman sanırım önemli değil.
“Mahallemde bu kadar iyi insanların yaşamasına sevindim. Bundan sonra da iyi geçinelim. “
Düşünceler arasında kaybolmuşken, dudaklarımı önümdeki neşeli kadın gibi kıvırarak hafif bir gülümseme verdim.
“Evet… Görüşürüz.”
* * *
“Hımm, acaba başka bir yere taşınmalı mıyım?…”
O akşam pencereden gün batımını izlerken ciddi ciddi düşündüm. İlk başta, bununla ilgili endişelenmeyecektim ama kahramanla olan karşılaşmama ne kadar çok kafa yorarsam, nedenini bilmesem de bir o kadar rahatsız hissettim.
Tecrübelerime göre böyle içgüdüsel duyguları göz ardı etmek akıllıca değildi…
“Mmh!”
Tam o anda, ayaklarımın altından bir ses geldi, beni rahatsız etti ama görmezden geldim. Daha önce evimin kapısında olan kadının görüntüsü gözlerimin önünde duruyordu sanki. Aklıma gelmişken, uzun zamandır ilk kez Coco’yu düşünüyordum. Önceki hayatımın anılarının içimde bu kadar etkili duygular uyandırmasından bu yana çok uzun zaman geçmişti.
Enstitüde duygularımı kaybettiğimden beri, bağlanma ya da özlem gibi şeyler benim için yoktu. Şu anki hislerim, Lakis Avalon ile ilk tanıştığımda nasıl hissediyorsam öyleydi ve ölen en sevdiğim karakteri hatırladım.
Belki de bu yüzden kadın kahramanı beklenmedik bir şekilde biraz sevebilmiştim, ama…
“Mmmh! Mmmmmmmmh…”
“Beyefendi biraz sessiz olur musunuz? Düşünemiyorum.”
Hafif bir duygusallığa kapılmıştım, ama gerçeğe geri döndüm. Görünüşe göre altımdaki kişi artık tamamen bilinçliydi çünkü kulaklarıma dolan sesler daha yoğun hale gelmişti.
Gözlerimi aşağı çevirerek üzerinde oturduğum adama baktım.
Havada asılı olan adam, beyaz ipliklerden oluşan bir kozaya sarılmış, korkuyla kıvranıyordu. Bu beni rahatsız etti, bu yüzden bacaklarımı çapraz olarak adamın sırtında oturmaya devam ettim ve vücudunu tavana bağlayan iplikleri hareket ettirdim. Askıya alınmış vücudu ileri geri sallanmaya başladığında, adam ‘hiiik’ dedi ve kimsenin olmadığı odada derin bir nefes alma sesi yankılandı.
“Güzel bir eviniz var bayım. Tavan yüksek, ses yalıtımı da iyi.”
“Mmp…”
“Böyle bir ev ne kadara mal olur? En az 5000 altın olmalı, değil mi?”
Bir noktadan sonra mücadele etmeyi bırakan adam, zayıf bir inilti çıkardı. Burası önceden hem konak hem de şapel olarak kullanılmış olmalıydı ve tavandan zemine olan mesafe yaklaşık 10 metreydi. Bu yüzden adam çok şanssız değildi, düşse bile ölmeyecekti, ama çok fazla yaygara çıkarıyordu. Belki de yükseklik korkusu vardı?
“Anlıyor musun? Beni daha önce dinleseydin, şu anda bu durumda olman için bir neden yoktu.”
Bu benim için hiçbir önem arz etmiyordu, bu yüzden havada asılı duran adamın vücudunu ileri geri sallayarak pencerenin dışındaki gün batımının manzarasının tadını çıkardım.
Etrafa bir göz attığımda, çok sakin ve boş bir yer gibi görünüyordu, ancak aşağıdaki durum tam olarak aynı değildi. Adamı korumaya çalışan insanların kanlı bedenlerinden oluşan bir yığın vardı aşağıda.
Ama lütfen beni yanlış anlamayın.
Her ne olursa olsun, şu anda bir işin tam ortasındaydım. İlgi duymadığım insanlar üzerinde spor yapma gibi bir hobim yoktu. Bugün amacım bu adamdan bir çeşit bilgi almaktı ama…
“Ah, bu biraz sinir bozucu oldu…”
Aslında, bu talebi kabul etmiştim çünkü çok para teklif edilmişti, ama bu tür bir istek benim açımdan biraz can sıkıcıydı.
Pop.
Tavandan sarkan iplik sayısını yavaşça azaltmaya başladım.
“Avansı alıp bu talebin başarısız olduğunu mu yazsam acaba?”
Çıt.
Daha fazla iplik kopmaya başladığında, adamın vücudu giderek aşağıya doğru iniyordu ve nefesi de giderek düzensiz hale geldi. Son olarak, tavana hâlâ bağlı olan ve asılı kalmasını sağlayan sadece birkaç iplik kalmıştı, adamın solgun yüzüne dikkatsizce bakarak sordum.
“Beyefendi, şu anda hızlı ve temiz bir şekilde ölmek hakkında ne düşünüyorsunuz? İstediğim şeyi bana anlatmak zorunda değilsiniz.”
Bu sözlerle, üstünde oturduğum adam tekrar şiddetle kıvranmaya başladı.
“Mph! Mph!…”
Bana bakış şekli eskisinden biraz farklıydı. Böyle söyleyince gerçek düşüncelerimi mi hissetti acaba? Sanırım sonunda konuşmayı düşünüyordu. Ağzını kapatan bezi çıkardım.
“Be… Belgeleri sakladığım yer…”
Sorduğum soruyu cevaplarken titriyordu.
Aslında, nihayetinde bu adam ile ilgilenmeyi müşterime bırakacaktım, bu yüzden açıkçası onu kendim öldürmek gibi bir niyetim yoktu. Ama adam bunu bilmiyordu, bu da adamın çılgına dönmesine sebep oluyordu.
Batan güneşin parıltısı, duvarın bir tarafını kaplayan geniş pencereden kırmızımsı parlaklığını bulunduğum yere kadar ulaştırıyordu.
Görünüşe göre bugün eve erken gidebilirdim; adam düşündüğümden daha korkaktı.
* * *
Çok geçmeden, evime giden dar sokakta tek başıma yürüyordum.
Zihnimin derinliklerinde dolaşırken henüz akşam yemeği yemediğimi fark ettim. Eve gittiğimde kendim için bir şeyler hazırlamalıydım.
Sonra aniden, ağır yük taşıyan yaşlı bir kadının önümde yürüdüğünü fark ettim. Etrafta başka kimseyi göremedim. Yönümü değiştirerek görüş alanımdaki yaşlı kadına doğru yürüdüm.
“Büyükanne, izin ver sana yardım edeyim.”
“Aman tanrım, ama ağırlar, haberin olsun.”
Vücudum araştırma enstitüsünde güçlendirildiği için bu yük benim için pek de ağır sayılmazdı. Ve gerekirse, kiloyu desteklemek için elimden bir ip uzatabilirdim. Çıkardığım herhangi bir ipliğin uzunluğunu ve kalınlığını değiştirebiliyordum.
“Teşekkürler tatlım, sayende yolu daha hızlı gelebildim. İşte yemen için bir şeyler.”
Yaşlı kadının sıcak kalbi sayesinde hiç beklemediğim bir anda iki elmam oldu.
“Teşekkürler, büyükanne.”
Dürüst olmak gerekirse, bunu yaşlılara karşı güçlü bir saygı duyduğum için ya da yüksek ahlaki değerlere sahip olduğum için yapmadım.
Ne zaman bir talep alsam, küçük bir şey olsa bile iyi yapmaya çalıştım. İşimi para kazanmak için yapsam da, tabii ki işimin pekiyi olmadığının farkındaydım. Bu, sonuç olarak karar verdiğim bir şeydi. Ancak, bu tür işler yaptığım için gerçekten suçlu hissettiğimi de söyleyemem.
~
Bir süre sonra eve döndüm ve kendim için oldukça geç bir akşam yemeği hazırladım. Bu sabah aldığım kepekli ekmek, taze marul, domates, sos ve pastırma ile yapılan basit bir sandviç yapacaktım.
Aslında, enstitüdeki deneylerden sonra, vücudum sürekli yemek yemeden de hayatta kalabilirdi, ama yine de mümkün olduğunca her gün üç öğün yemek yiyordum.
Mutfaktaki malzemelerimi çıkardım ve yemek pişirmeye başlamak üzereydim (buna gerçekten yemek pişirmek denemeyeceğini biliyorum), sonra aniden bir şey hatırladım ve pencereye doğru uzandım.
İsteğim üzerine saydam beyaz bir iplik uzadı ve ipliğin ucu perdeye gömüldü.
Svoosh!
Hafifçe parmağımı çektim ve ip hareket ederek pencerenin yanındaki perdeleri aşağı indirdi. Karartma perdeleri özel olarak sipariş etmiştim, bu yüzden evim anında karanlığa gömüldü.
Sonra, diğer yöne bir iplik gönderdim ve ışığı açtım. Tabii ki, burada elektrik yoktu, bu yüzden ışık gerçek değildi. Bu, doğudaki simyacılar tarafından yapılan bir şeydi.
Yiyecekleri dondurmak ve saklamak için basit dondurucular veya bir gaz sobası gibi yiyecekleri ısıtmak için de ısıtıcılar gibi ev eşyalarının hepsi doğulu simyacılar tarafından hayata geçirilmişti. Elbette bu eşyalar bildiğim modern eşyalardan çok farklı görünüyordu ama kullanımları benzerdi.
Kullanımı çok kolaydı ve etkileri yarı kalıcıydı, bu yüzden simyacılar onları yüksek bir fiyata bir soyluya satsalar bile büyük ikramiyeyi vururlardı. Ancak bu eşyaları yapan ilk simyacı onları bolca yapmış ve düşük fiyata dağıtmıştı.
Bunun sayesinde benim gibi sıradan vatandaşlar arasında bu tür eşyaları görmek yaygındı. Söylemem gerekirse, bu büyük simyacı, romandaki erkek başrollerden biriydi.
Tabii ki öyleydi. Bu kadar harikayken romanda bu kadar ağırlığa sahip olmasaydı mantıklı olur muydu? Piyasaya sürülen ürünlerin üzerinde adının kısaltması olan “DS” yazısı vardı.
Demek istediğim, romandaki en sevdiğim erkek karakter değildi elbette, ama yine de onun sayesinde hayat kolaylaşmıştı. Neyse, onu bir süre övdüğüme göre artık sandviçimi yapmaya geri dönebilirim.
Bu arada ince gümüş ipliğe saplanan malzemeler havada tek başlarına dans ediyorlardı.
Çeviri: Lucee