My Husband With Scholar Syndrome - 2.Bölüm
Kwon Mirae ölüm anını açıkça hatırlıyordu.
Telefonu ısrarla çalmış, komidisindeki tıbbi raporlar yeniden yerlere saçılmış, doktorlar panikle odasına girmiş ve annesi acıyla bağırıp yere yığılmıştı. Nasıl olmuştu da gözünü açtığı gibi eski odasında uyanmıştı?
Krem rengi perdeler, civciv sarısı duvarlar, pembe bir koltuk, ton rengi yerler. Tüm bu dekorasyonlar yurtdışına gitmeden önceki odasına aitti. O yurtdışına gittiğinden sonra ailesi bu odayı tamamen yenilenmiş ve oturma odası yapmışlardı.
Mirae bir anda yatağından atladı ve dolabını açtı. Dolabının içindeki aynadaki yansıma genç, güzel ve kesinlike canlıydı. Mirae şaşkın bir yüzle uzun süreden beri böyle görünmeyen yansımasına baktı.
“…Nasıl olur?” Elleri yüzüne, kısa saçlarına ve üstündeki çocuksu pijamalarına gitti. Bu doğru olamazdı. Mirae yurtdışına gitmeden önce saçının açık kumral rengine boyatmış ve daha yetişkin dursun diye uzatmıştı. Fakat önünde duran bu yansıma…geçmişe mi aitti?
“Ding, ding!” Telefonun çalma sesi Mirae’yi düşüncelerinden ayırıverdi. “Telefon mu…?” Mirae hala üstünden atamadığı şaşkınlığı ile yavaşça yıllar öncesinden hatırladığı eski telefonunun bulunduğu komidiye doğru yöneldi.
“Kwon Mirae, nerelerdesin sen? Toplu mezuniyet fotoğrafı için tüm bölüm seni bekliyor!” Yanılma ihtimali yoktu, bu kesinlikle Kim Chaeyoung’in sesiydi.
“C-Chae?…” Mirae şaşkınca mırıldandı. “Unuttuğunu biliyordum! 1 saat içersinde bölüm binasının önüne gelmezsen sana ısmarlayacağım noodleları unutabilirsin!” Chaeyoung sinirli bir şekilde söyledikten sonra hızlıca telefonu kapattı.
“Mezuniyet..fotoğrafları?” Mirae kafasını yavaşça komidinin üstündeki takvime çevirdi. Chaeyoung mezuniyet demişti, yani şuan 2012 yılının yazında mıydı?
“19 Haziran…2012?” Günün yanında Mirae’nin el yazısı ile küçük bir not vardı.
“Mezuniyet fotoğrafları.”
“İnanamıyorum…” Mirae’nin elleri şaşkınlıkla ağzına gitti. Emin olmak için yanağını sertçe sıktı fakat acı hissiyatı kesinlikle oradaydı. Mirae sonunda durumun gerçekliğinin farkına varmıştı.
“Ben…yaşıyor muyum?” Mirae heyecanla yatağında duran cüzdanını da eline aldı ve odasından çıkıp aşağıya koştu. Evin kapısını açtığında ise onu ölmeden önce gördüğü bir yüz karşıladı.
“Yoon Namjoo?” Mirae şaşkın bir ifadeyle önünde duran çocuğa baktı. Önünde duran Namjoo’nun yüzünde yanık izi yoktu, saçları uzun ve gözleri hâlâ masumdu.
“B-Ben..” Namjoo konuşmaya çalıştı. Gözlerini Mirae’den ayırmış, utangaç bir ifade ile yere bakıyordu. Mirae, Namjoo için geliştirdiği yumuşak ve sakin sesiyle konuştu.
“Senin için ne yapabilirim?” Namjoo 7 yaşındayken, ailesi Namjoo’yu anneannesi ile yaşamaya göndermişlerdi. Namjoo’nun anneannesi Kwon ailesinin uzun zamanlık komşusu ve yakın bir aile dostuydu. Çevrelerinde çok çocuk olmadığından Mirae çoğu zaman Namjoo ile oynamaya gitmişti. Fakat ne zaman Namjoo’nun yanına gitse Namjoo ona asla ilgi göstermemiş ve söylediklerini duymazdan gelmişti. Küçük Mirae Namjoo’nun tavırlarına sinirleniyordu ama kısa süre sonra annesi ona Namjoo’nun özel durumunu anlatmış ve Mirae sinirlendiği için kötü hissetmişti. O zamandan beri ne zaman Namjoo ile konuşacak olsa sesini sakın ve zarif bir tona dönüştürüyordu. Zamanla küçük Namjoo, Mirae’nin yumuşak sesine ilgi duymaya başlamıştı.
“Anneannem ölüyor ve…benim evlenmemi istiyor.” Bu senaryo Mirae’ye çok tanıdık gelmişti.
“B-ben seninle evlenmek istiyorum.”
Mirae’nin gözleri şaşkınlıkla açıldı. Vücudunu deja vu benzeri bir his kapladı. Bugün mü?
Evet bugündü. Yoon Namjoo’nun Kwon Mirae’ye evlenme teklifi ettiği gün bugündü.
“S-Seninle evlenmek istiyorum.” Namjoo cümlesini tekrarladı. Normalde konuşmaktan hoşlanmazdı fakat anneannesi ona eğer karşısındaki insanın onu anlamasını istiyorsa düşüncesini onlara açıkça belirtmesi gerektiğini öğretmişti.
Yani Mirae gerçekten geçmişe geri dönmüştü. Hatta tam da mezuniyet fotoğraflarının çekildiği, Namjoo’nun ona evlenme teklifi ettiği güne.
Peki bu sefer Namjoo’nun teklifini kabul etmeli miydi?
Mirae önünde duran Namjoo’ya tekrar baktı. Namjoo neredeyse Mirae ile aynı yaştaydı fakat belki hep kendi dünyasında olduğundan, onu saran çocuksu havasını hiç kaybetmemişti. Üstüne beyaz renkli bir tshirt, altında açık renkli bir çift kot pantolon vardı. Yüzü ise Mirae’nin hatırladığı gibi masum, porselen bir bebek gibiydi; onu en son gördüğünde neredeyse tüm yüzünü kaplayan yanık izinden eser yoktu. Mirae hep, eğer Namjoo otistik olmasaydı çok fazla kalp kırardı, diye düşünmüştü. Böyle güzel bir yüzün ileride yanacak olması çok acıydı.
Mirae Namjoo yandığında ona yaptığı ziyareti hatırlıyordu. Tüm yüzü bandajlarla kaplı Namjoo, Mirae’nin yüzüne baktığında içinin ısındığını hissetmişti. Mirae ise, “Yangın ne kadar büyüktü ki bu kadar ağır yandı?” diye düşünmüştü.
“Yoon Namjoo’yu hatırlıyor musun?” Annesi ona ziyaretinden önce sormuştu.
“Namjoo mu? Neyi varmış?”
“Duyduğum kadarıyla evlerindeki yangında yüzünün bir kısmı ağır yanmış. En kötü tarafı ise yangını karısının çıkardığını söylüyorlar.” Annesi komşularından duymuştu.
“Anne! Kimsenin karısı hakkında dayanak olmadıkça böyle konuşma lütfen.” Mirae, Namjoo’nun hiç tanımadığı karısını savunmuştu.
“Mirae, büyükanne bile kadından şüpheleniyor. Bir yangın nasıl oldu da evin tamamı dururken Namjoo’nun odasında çıkabildi? Herkes o kadının Namjoo ile mirasa konmak için evlendiğini biliyor zaten.” Annesi sonradan haklı çıkmıştı çünkü sonrasında yangının yanlışlıkla çıkmadığı anlaşılmıştı.
Mirae, Namjoo’yu hastanede ziyaret ettikten sonra onu bir daha hiç görmemişti. Ölüm döşeğine kadar tabi.
“Seninle evlenmek istiyorum.” Fakat şimdi Namjoo, onun önünde isteğini tekrarlamaya devam ediyordu.
“Neden benimle evlenmek istiyorsun?” Mirae merakla sordu. Namjoo’nun durumu özeldi, sonuçta o otistikti. Tabi anneannesinin yıllar boyu yardımlarıyla diğer otizm hastalarına kıyasla çok yol kat etmişti, insanlarla iletişimi olabileceği en iyi safadaydı. Fakat hala çocuk edasına sahip bu insan, sözlerinin ağırlığını anlıyor muydu?
“Anneannem…herkesin birer eşi olduğunu söyledi. Eğer birinden hoşlanıyorsan…” Namjoo ciddiyetle konuşmaya çalıştı fakat cümlesi çok uzun gelmişti. Sonrasında toparlayıp devam etti.
“Anneannemin en büyük dileği benim evlenmem ve birinin bana destek olması. Anneannem ölüyor ve ben…seninle evlenmek istiyorum.” Namjoo’nun konuşması biraz karışık ve anlaması zordu fakat Mirae onu anlamıştı.
Eğer kısa süre önce hastanede yaşadıkları birer hayal değilse, 4 yıl sonra Mirae’nin kronik hastalığı ortaya çıkacaktı ve Mirae kısa sürede tekrar ölecekti. Öleceğini bilen birine sorsanız, evlenip aile sahibi olmak isterler miydi? Belki başkası ne yapacağını bilmezdi, fakat Mirae ömrünün kalanını ailesi ile geçirmek istiyordu.
Ama Yoon Namjoo farklıydı. Namjoo onun öleceğini bildiği halde, elinden geleni yapmış ve en sonunda Mirae’ye tekrar evlenme teklifi etmişti. Mirae’nin düşüncesi tekrar hastanede Namjoo’nun abisine verdiği mücadeleye ve yerler dağılan detaylı notlara gitti. Namjoo onu gerçekten seviyor olmalıydı değil mi? Mirae düşündü, eğer ömründen sadece 4 yıl kaldıysa neden Namjoo ile evlenmiyordu? Böylelikle Namjoo’nun trajik kazasını da önleyebilirdi.
“Tamam.” Mirae küçük bir gülümsemeyle Namjoo’nun teklifini kabul etti.
Namjoo’nun gözleri şaşkınlık ile açıldı ve o masum gözlerine 10,000 tane yıldız doldu.
O gözlerdeki ışıldama, Mirae’nin iki yaşamında gördüğü en güzel sahneydi.
“H-Hadi!” Namjoo heyecanla Mirae’nin elini yakaladı ve onu dışarı çekiştirmeye başladı. Mirae şaşkınlıkla onun hızına yetişmeye çalıştı ve neredeyse ayangındaki terliklerden birine takılıp yere düşüyordu. Mirae bir anda hala ev kıyafetlerinde olduğunu fark etti.
“D-Dur Namjoo! Nereye gidiyoruz?”
“Hastaneye. Anneannemi bulmalıyız.” Namjoo, Mirae’yi çekiştirmeye devam ederek cevapladı.
“Önce üstümü değiştirmem lazım. Dışarıya böyle çıkılmaz.” Namjoo, Mirae’nin neden duraksadığını anlamakta zorluk çekiyordu. Mirae’nin yüzüne merakla baktı.
Namjoo’nun anlamadığını sezen Mirae, sabırla açıklamaya başladı.
“Namjoo, şuan ev kıyafetleri giyiyorum. Büyükannenin yanına böyle gitsem olmaz, değil mi? Hemen değişip geliyorum.” Bunun üzerine Mirae çabucak üstünü değiştirmeye gitti ve sonra Namjoo ile beraber arabayla hastaneye gittiler.
Hastaneye vardıklarında Mirae’nin telefonu tekrar çaldı. Arayan kişi yine Chaeyoung’dı.
“Kwon Mirae! Nerelerdesin, seni arayalı tam bir saat oldu! Gelmen gerektiğini açıkça belirttiğimi hatırlıyorum!” Chae’in sesindeki sınır Mirae’nin tüylerinin diken diken olmasına sebep oldu.
“Ah, Chae. Çok özür dilerim, işim çıktı.” Mirae gerçekten Chae ile olan konuşmasını unutmuştu, ama hangisi daha önemliydi? Ölüm döşeğinde olan büyükanneyi görmek mi mezuniyet fotoğrafları mı? Ve zaten hastaneye varmışlardı, geri dönmesi imkansızdı.
“Chae, herkesten benim için özür dile lütfen. Ama şu an önemli bir şeyin ortasındayım. Siz kendi fotoğraflarınızı çekin.” O da fotoğraflarda yer almak istiyordu ama şu an yapabileceği bir şey yoktu.
“Ne?! Umarım iyi bir bahanen vardır, mezuniyet fotoğraflarından daha önemli ne olabilir ki?” Mirae, Chae’e bir neden vermezse bu görüşmenin bitmeyeceğini anlamıştı.
“Evleniyorum.”
“…”
“Doğruyu söylüyorum, tamam mı? Sonra konuşuruz!” Ve Mirae telefonu dili tutulmuş Chaeryoung’in yüzüne kapattı.
“Evleniyorum.” Kafasında Mirae’nin sözlerini tekrarladı. Evet, Namjoo gerçekten Kwon Mirae ile evleniyordu. Duygular hakkında hiçbir fikri olmayan Namjoo, hayatında ilk defa gelecek için bir heyecan hissetti. Namjoo’nun ifadesini gören Mirae ise, gülümsemeden edemedi.
“Hey, Yoon Namjoo.” Kendi dünyasına dalıp giden Namjoo’yu sadece Mirae’nin sesi dünyaya indirebiliyordu.
“Büyükanne hangi katta?”
“…” Namjoo duraksadıklarını farketti. Mirae’nin bıraktığı kolunu tekrar yakaladı ve beraber büyükannenin bulunduğu odaya doğru yola koyuldular.
“Ah, nasıl unuturum!”Mirae asansörde bir anda söylendi. Namjoo, şaşkın bir şekilde süratle Mirae’ye döndü.
“Nasıl elim boş gelebilirim?” Mirae hasta ziyaretine gittiklerinin şimdi farkına varmıştı, bir hediye getirmek adettendi.
Namjoo, asansöre bindiklerinde bıraktığı Mirae’nin eline baktı. Ve yavaşça, Mirae’nin küçük elini tekrar kavradı.
Namjoo fısıldar bir ses ile, “…Elin boş değil.” Mirae, Namjoo’nun sıcaklığıyla dolan eline baktı. Yüzünü tatlı bir tebessüm kapladı.
“Evet, boş değil.”
—
Çevirmenin Notu: Herkese tekrardan merhaba! Bu hikayeye çok değişiklik yaptığımı farkettim TT-TT Ama merak etmeyin! Sadece hikayenin gidişatını daha akıcı kılan küçük değişiklikler…Görüşmek üzere~
Okuduğunuz için teşekkür ederim!
Diğer isimlerin orijinalleri:
Kim Chaeyoung – Fang Hui
Çeviri: yukijilly