My Husband With Scholar Syndrome - 1.Bölüm
Kwon Mirae ölüyordu. Hatta, tam 10 gün önce, ölüme yaklaştığını hissetmişti.
10 gün önce, akrabalarını ziyaret etmek için ülkesine geri döndüğünde havalimanı çıkışında bayılmış ve büyük bir panik yaratmıştı. Havalimanındaki görevlilerinin yardımı ile yakındaki bir hastaneye gönderilmiş ve ailesine haber verilmişti.
Uyandığında, soru sormasına gerek olmadığını biliyordu. Anne ve babasının yüzündeki ifade ve gözlerinin kızarıklığı durumun ciddiyetini gösteriyordu. Normalde aklı başında olan ve sakinliğiyle bilinen babası bile, ayakta kalmak için yanındaki sehpadan destek alıyordu. Mirae onlara sarılmak, onları teselli etmek, sorun her neyse öğrenmek istedi fakat tek bir ses çıkaramadan, uyandığı gibi tekrar bayıldı.
Takip eden birkaç gün, Mirae’nin bilinci bir gelip gitti. Her gözünü açtığında yanındaki medikal eşyaların sayısı artıyor, anne ve babasının gözlerinin altındaki morluklar daha da derinleşiyordu. Ve sıcak bir perşembe akşamı, Mirae bir kaç gündür süren uyuşukluğundan kurtulabildi. Uyandığında, annesi ve babası kapıda doktor ile konuşuyorlardı.
“Bugünden itibaren ağrı kesicilerini isteğiniz doğrultusunda kestik. Her an uyanabilir, fakat kendinizi…”
Neler oluyor?
“Kendinizi en kötüsüne hazırlamak isteyebilirsiniz.”
Annesi bir hıçkırık ile yere düştü, babası ise gözündeki yaşları silip karısına destek olmaya çalıştı.
“…Anne?”
Günlerdir sesini kullanmaması nedeniyle Mirae’nin sesi boğuk ve kısık çıkmıştı. Sesini duyan annesi kafasını kaldırdı ve kızına acınası gözlerle baktı. Uyandığını anlayan doktor, hasta ailesi ile bir süre geçirdikten sonra geri döneceğini söyleyip odadan ayrıldı.
“Ben..” Mirae’nin ebeveynleriyle konuşması zorlu geçmişti. Annesi, hıçkırıkları arasında onu ne kadar çok sevdiğini söyleyip durmuş, babası ise ne isterse yapacaklarını tekrarlamakla kalmıştı. Mirae ise hastalığının gerçeğini öğrenmenin şokuyla susup kalmıştı.
“Ben…ölüyorum?”
Ölüm kimse için kabullenmesi kolay bir durum değildi. Özellikle sadece 26 yaşında olan bir genç için.
“Hiçbir…tedavisi yok mu?” Cevabını bildiği bir soruydu bu, fakat yine de duymak istiyordu. Bir süre önce geri gelen doktor, “Üzgünüm. Elimizden geleni yaptık.” dedi. Bu cevap Mirae için yeterliydi.
“Peki…Kaç günüm kaldı?”
Bir gün bu cümleyi söyleyeceği asla aklına gelmezdi. Mirae’nin yüzüne acınası bir ifade oturdu.
“İstekleriniz doğrultusunda ağrı kesicileri kestiğimizden dolayı, kalan ömrünüz bir kaç gün azaldı.” Doktor duraksadı. “5 gün kadar…” Sessizce mırıldandı.
Sonraki 4 gün ebeveynleri dışında Mirae’yi çeşitli insanlar ziyarete geldi. Akrabalar, tanıdıklar, aile dostları…Hepsi Mirae’ye samimi bir merhamet ile yaklaşmış ve üzüntülerini aktarmışlardır. 4. gün ise Mirae’ye ani bir enerji geldi. Bu enerji, insanların bahsettiği ölüm öncesi gelen o enerji miydi? Mirae hayatının gözünün önünden geçtiğini düşündü ve içini kötü bir his kapladı.
“5. gün yaşayamayacak mıyım?”
Son bir haftadır çok daha zayıf düşmüş olan Mirae, çabalamayı bırakıp yeniden yatağına döndü. Yavaşça telefonunun bulunduğu çekmeceye uzandı. Son 4 gündür telefonu açmaya cesaret etmemişti. Telefonunu açtığında sayısız mesaj, sosyal medya ve arama bildirimleri ile karşılaştı. Ailesinden arkadaşlarına söylememelerini rica ettiğinden, en yakın arkadaşlarının mesajlarına bakmaya karar verdi. En üstte bulunan Kim Chaeryoung ve Oh Jisun’un mesajlarını açtı.
“Miraeeee!! Aramalarıma cevap vermeyi düşünüyor musun?”
“Mirae, lütfen cevap ver. Endişelenmeye başladık.”
“Annenle babanı aradım, onlar da telefonlarını açmıyorlar, evde de değilsiniz. Neler oluyor? Lütfen iyi olduğunu söyle.”
En iyi arkadaşlarının gönderdiği mesajlardan bazılarıydı bunlar. Evet, Chaeryoung ve Jisun’a yurtdışından döndüğünde onları ziyaret edeceğine söz vermişti. Özür dilerim, diye düşündü. Yüzünde hafif bir gülümseme ile elveda mesajını düşünmeye başlıyordu ki-
“Pat!” Bir anda, hasta odasının kapısı şiddetle açıldı ve uzun boylu bir adam odaya girdi. Arkasında endişeli bir hemşire, adamı tutmaya çalışıyordu.
“Beyefendi! Buraya giremezsiniz!” Adam hemşirenin kolunu sertçe itti. Koyu renkli kıyafetler giyiyordu ve kafasında yüzünün üst tarafını kapatan büyükçe bir şapka vardı. Ona rağmen adamın yüzünün görünen kısmı Mirae’ye tanıdık geliyordu. Açık camdan giren bir anlık rüzgar ile adamın şapkası yere düşüverdi.
“Yoon Namjoo?” Mirae adamı yüzünün büyük bir kısmını kaplayan yanık izine rağmen tanıdı.
“Ah, bu adam benim bir arkadaşım.” Mirae, hala Namjoo’yu odadan çıkarmaya çalışan hemşireye gülümsedi.
“Kalabilir, rahatsızlık için özür dilerim.” Hemşire, adamın kolunu yavaşça bıraktı.
“Neden söylemiyorsunuz?”
Hemşire, adama sinirli bir bakış attıktan sonra odadan ayrıldı. Mirae kadının sınırını anlıyordu, sonuçta çoğu kişi ilk bakışta Namjoo’nun normal olmadığını anlayamazdı.
“Namjoo.” Mirae fısıldar bir ses ile sordu, “Neden geldin?”
“B-Ben.” Namjoo’nun sesi, Mirae’nin hatırladığı gibiydi. Nostaljik bir his tüm vücudunu kapladı.
“Ben senin tüm tıbbi raporlarını inceledim. A-Ama seni kurtarmak için bir yol bulamadım.” Namjoo hızlıca konuşuyordu fakat tüm vücudu endişe ile titremekteydi. Mirae şaşırmıştı.
“Sen bir doktor musun?”
“Hayır.” Namjoo hayatında ilk defa pişmanlık hissetti. Neden tıp okumamıştı? Anneannesi ona hep bir dahi olduğunu söylemişti ve eğer tip okumuş olsaydı şu an Mirae’yi kurtarmak için bir yol bulabilirdi.
Kwon Mirae’nin hastalığı kronikti ve tedavi edilmesi mümkün değildi. Buna rağmen, Mirae’yi igleştirmek için sadece Namjoo çaba göstermişti. Mirae merak etmeden duramadı.
“Beni neden iyileştirmek istiyorsun?” Mirae düşündü, Namjoo ile olan ilişkisi ona hiç özel veya aşırı samimi gelmemişti.
“S-Seninle evlenmek istiyorum.” Bu 3 kelime, Mirae’yi neredeyse unuttuğu bir anıya geri götürdü. Namjoo’yu son gördüğü gün, bu aynı cümleyi duymuştu.
“Anneannem ölüyor…ve benim evlenmemi istiyor. B-Ben seninle evlenmek istiyorum.” O gün, Mirae evden ayrılırken, Namjoo evinin kapısında bu cümleyi söylemişti. O zaman Mirae kibarca Namjoo’yu reddetmişti.
“Benimle evlenirsen, yakın zamanda dul kalırsın.” Mirae ortamın ciddiyetini kırmak için azıcık güldü.
“Seninle evlenmek istiyorum.” Namjoo’nun bilişsel bozukluğu, düşüncelerini açıkça söyleyebilmesini zorlaştırıyordu, bu yüzden Namjoo sadece düşüncesini tekrarlıyordu.
Namjoo’nun kararlılığı Mirae’nin susup kalmasına sebep olmuştu. Ölümün anlamını mı bilmiyordu, yoksa sadece Mirae’den çok mu hoşlanıyordu?
Tekrar kafasını kaldırdığında Namjoo’nun masum gözleriyle karşılaşınca, Mirae kendini zorlayıp biraz daha gülümsemeye çalıştı.
“Teşekkür ederim.” Onunla evleneceğini söylemek, Namjoo’ya haksızlık olurdu. Ne olursa olsun, ömründen çok bir süre kalmamıştı.
“B-Ben-” Namjoo’nun sözü kapının tekrar açılmasıyla kesildi.
“Yoon Namjoo?!” Bu sefer içeri modern takım elbiseli bir adam girmişti. Yüzü Yoon Namjoo’yu andırıyordu. Girdiği an Namjoo’yu kolundan yakaladı ve endişeli bir ifade ile onu baştan aşağı süzdü.
“İyi misin? Neden bir anda kayboldun?” Namjoo adamı itip kolunu kurtarmaya kılmaya çalıştı.
“Bayan Kwon, kardeşimin size verdiği rahatsızlık için sizden özür dilerim.” Adam bu sefer Mirae’ye dönüp konuştu.
“Önemli değil.” Namjoo’yu neden bu kadar çok andırdığını anlamıştı.
“O zaman biz şimdi gidelim. Size iyi bir..” Adam duraksadı. “İyi dinlenmeler.” Cümlesini bitirdikten sonra, Namjoo’nun yere düşmüş şapkasını alıp kardeşinin kafasına yerleştirdi. Namjoo’nun mücadelesine rağmen onu odadan dışarı sürükledi. Fakat, Namjoo’nun kararlılığı nedeniyle elinde sıkıca tuttuğu dosyalar, iki kardeşin çekişmesi sırasında elinden kaydı ve yere saçıldı. Onlar ayrıldıktan sonra içeri giren hemşire, şaşkın bir ifadeyle yerdeki kağıtları baktı ve onları toplamaya başladı. Topladıktan sonra ise kağıtları isteyen hastaya uzattı.
Mirae kağıtları dikkatle baktı. Kağıtlar, onun tıbbi raporları, hastalığı hakkında bilgiler ve günler almış gibi görünen fazlaca el yazısı notlar ile doluydu. Mirae zayıfça gülümsedi. “Daha fazla zamanım olsaydı, senin teklifini kabul ederdim.”
Daha sonra kağıtları yanındaki başucu sehpasına bıraktı ve Namjoo gelmeden önce meşgul olduğu telefonunu eline aldı. Aslında arkadaşlarına görüntülü bir aramayla veda etmek istemişti fakat hiç enerjisi kalmamıştı. Sonunda, gruplarına sesli bir mesaj göndermeye karar verdi.
“Oh Jinsu, Kim Chaeryoung, çok üzülmeyin. Zamanınız olursa annemle babamı ziyaret edin.” Mesajı gönderdi ve telefonunu yanına koyamadan telefon Mirae’nin elinden kayıp yere düştü.
“Pat!” Mirae’nin tüm vücudunu huzur verici bir güç kapladı ve görüşü bulanmaya başladı.
“Anne, baba, özür dilerim. Geri dönebilseydim, yurtdışına gitmezdim ve sizinle daha çok zaman geçirirdim.” Tuhaf bir şekilde, son nefesini verirken Mirae’nin gözünün önüne Yoon Namjoo’nun masum gözleri geldi.
Kwon Mirae o gün hayata gözlerini yumdu.
Gözlerini tekrar açtığında, tam 4 yıl öncesine, üniversiteden mezun olduğu güne geri dönmüştü. Yoon Namjoo’nun ona evlenme teklifi ettiği güne.
Kwon Mirae geçmişe dönmüştü.
—
Yazarın notu: Bu hikaye tamamen tatlı ve basit romantizm ile dolu. Erkek baş karakter otizm hastası, fakat çok ciddi değil. Gerçek hayatta otizm hastalarının sosyal olarak gelişmesi zordur, fakat bu bir Grumpy Crab* romanı, o yüzden bir mucize bekleyebilirsiniz!
*Grumpy crab yazarın takma adı.
Çevirmenin notu: Merhaba! Bu benim ilk çeviri romanım, umarım beğenirsiniz! Orjinal romanda isimler Çince, fakat hitaplar vb. biraz karışıklık yarattığından ben isimleri Korece’ye dönüştürdüm. Orjinal isimler şöyleydi:
Kwon Mirae – Mu Xiaoya
Yoon Namjoo – Bai Chuan