My Fiance is in Love with My Little Sister - 7.Bölüm
… …Silvia hastalığı yüzünden yatağa düştü.
Bu haber bize ulaştığında, sonbahar bitmek üzereydi. Henüz iki mevsim bile geçmeden, o yaz günü çok uzak gelmeye başladığında, atlı bir elçi hızla ailemin evinden buraya gelmişti. Acele içindeki erkek hizmetçinin yüzünü gördükten sonra, ileteceği haberin iyi olmadığını anlamak zor değildi. Ancak, hiç bunun Silvia ile ilgili olacağını düşünmemiştim. O kız acı sonundan kaçınmış olmalıydı. Bu yüzden ölümün hâlâ bu çocuğun peşinde olacağı hiç aklıma gelmemişti.
O gün, sonunda uzun bir tatile çıkan Soleil benimle kahvaltısını ediyordu. Uzun bir tatil olduğu için, ara sıra gezintiye çıkmak hakkında konuşuyorduk. Geçmişteki o gün aklıma geldiğinde, önceki akşamdan beri neşe içinde olduğumu hatırlıyorum. Bu kadar huzurlu bir günde, bir kabus üzerimize çöktü. Ailemin armasının kazındığı mektupta, Silvia’nın aniden şiddetli derecede hastalandığı yazıyordu. Soleil bunu okuduğunda, makul bir şekilde, yüzü kirece dönmüştü.
“Ben gidip nasıl olduğuna bakacağım.”
Hüsrana uğramış bir yüz ifadesi ve her zamanki ses tonuyla, soğukkanlı numarası yaparak bunu söyledi. Fakat, pat diye ayağa kalktığında, huzursuzluğu açıkça belli olmuştu. Silvia’nın her an ölebileceği haberinden etkilenmemiş gözükmeye çalışsa da, Soleil soğukkanlılığını kaybetti ve kan beynine sıçradı. ” Niye sen?” dudaklarım, soluğum kesilmeden önce ben farkına varmadan hareket etmişti. Dilime hakim olmak için titreyen dudaklarımı sıktım. Ağzım kan tadıyla dolduğunda, nihayet çatlayan sesimle konuştum.
“… Ben de geleceğim.”
Bilerek her zamankinden daha yavaş söz söylüyordum. Ben kahyaya evden çıkmak için hazırlık yapmasını emrederken, o, kollarını ceketinin kollarından geçirerek gece orada kalmak için hazırlanıyordu.
“Ben de geleceğim seninle.”
Aynı kelimeleri, onları çiğniyormuşçasına bir daha tekrarladım. Yapmamam gerekse de, Soleil’i yakaladım ve bana cevap vermesi için sıkıştırdım. Neden konu kız kardeşim olmasına rağmen, yabancı muamelesi görüyordum? “Ben gidip nasıl olduğuna bakacağım.” Niye sanki tek başına gitmen çok doğalmış gibi böyle bir şey söyledin? Kız kardeşini kaybetmek üzere olan bir ablaya söylenecek sözler değil bunlar diye bağırmak istiyorum.
“Hayır, ben atla gidiyorum. Sen arabaya bin.”
“Ben de at süreceğim…!”
“Bu halinle atın dizginlerini düzgün tutamazsın. Rica ediyorum, dediğimi yap.”
Ayakları, ayakkabılarının uçları, dışarıya dönük, malikâneden çıkmak için can atıyordu. Sanki ayrılışını engellememe mani olmak istiyormuş gibi omzumu kavradı ve beni görüş açısından uzaklaştırdı. “Lütfen bekle,” “Ben de, seninle,” “Bekle,” “Bekle, lütfen,” “Soleil-sama,”
Duygularımın etkisi altında, antreden hışımla ayrılan Soleil’e yapışmak istedim. Beni beraberinde götürmeye hiç niyeti yoktu. Sonunda, Soleil’i uzun süredir takip eden bana tahammülü kalmadığından mı bilmiyorum ama, özel hizmetçisi aramıza girip sakince beni bilgilendirdi.
“Madam, arabanızın hazırlanması kısa süre içinde tamamlanacak.”
Sakin ama duyulur bir sesle, o uzaklardaki günde Silvia’nın ölümünü bildirdiği ses tonunun aynısıyla konuştu. O günkü olayları dün yaşanmış gibi canlı hatırlarken, hiç kimsenin iznini ya da reddini açıkça söylemesine izin vermeyen tavrı karşısında biraz ürküyordum, Soleil gözümün önünden kaybolmuştu.
“Niye,”
Mırıldandığım bu tek kelime, sessizliğine geri dönmüş antrenin mermer zeminine düştü. Sadece bir saniyeliğine, hizmetçi bakışlarını bana çevirdi ama muhtemelen başından beri o kadar ilgisini çekmemişti. ” Arabanızın hazırlıkları bitince, sizi çağıracağım, bu sırada lütfen kendi odanızda bekleyin.” İşini yaptığını belli eden ciddi ses tonuyla, bunu bildirdikten sonra gözden kayboldu.
“Niye böyle?”
İçimde biriken kuruntular ağzımdan taştı. Ölmek üzere olan benim kız kardeşim olmasına rağmen, neden mektup Soleil’e gönderilmişti? Ailemin evinden gelen bir mektubun kesin olarak benim için gönderileceğini düşünmüştüm. Ancak, gelen hizmetçi başından beri mektubu Soleil’e uzatmak niyetindeydi. Örnek vermek gerekirse, benim ebeveynlerim olmalarına rağmen, doğrudan yüksek seviyedeki bir marki ailesinin yasal olarak soyundan gelen birine mektup yazmaları çok büyük bir saygısızlık olarak görülürdü. Soleil’le bir işleri olsa bile, karısı onların öz kızı olduğundan, mektubu bana göndermeleri daha uygun olurdu. Nasıl bir acil durum ortaya çıkarsa çıksın, asilzadeler her zaman usulüne uygun davranırdı. Yine de, ne kadar yanlış olduğuna dair verdiğim aşırı uzun açıklamaya rağmen, Soleil sanki hiçbir şey olmamış gibi bu mektubu aldı. Önümde, sanki olması gereken buymuş gibi, mektubu kendisi teslim aldı.
Aklımdan hoş olmayan bir tahmin geçip gitti.
Belki de, bu gelen ilk mektup değildi. Belki de, bu zamana kadar, ailemin evinden gelen mektupların hepsi Soleil’e verilmişti. Ve belki de, Soleil’in bana bundan hiç bahsetmemesinin sebebi, mektuplar bana gönderilmediği içindi. Anlaşılan, ya da başka bir deyişle, bu mektuplar ebeveynlerimden değildi. Çünkü onlar asiller olarak bu tür kurallara dikkat ederlerdi. Bu durumda, ebeveynlerimden başka, kontun adını kullanarak mektup gönderebilecek tek bir kişi vardı ve o da Silvia’dan başkası değildi.
Bacaklarım gücünü kaybetti ve dizlerimin üstünde mermer zemine düştüm. Hizmetçilerin telaş içinde koşuştuklarını görüyordum.
İğrenç hissettim. Başım dönüyordu. Destek almak için hemen elimi yere koysam da, titreyen kolum vücudumu taşıyamadı ve çok geçmeden yere yığıldım.
Hemen gitmem lazım. Gidip hasta kız kardeşimi ziyaret etmem lazım.
Böyle düşünmüştüm fakat, başımın dönmesinin bitmesi için aceleyle beklerken, gözüm kararmaya başladı. Çok hasta demişti. Bir daha yataktan kalkamayacak kadar hasta. Buna rağmen, kız kardeşim için endişelenmek yerine, hasetle benim bilmediğim yerlerde ettikleri sohbetleri hayal etmeye başladım. Hemen Silvia’nın yanına gitmek istememin sebebi, onun için endişelenmem değildi. ” Aman, şu işe bak, ne kadar yazık.” Kanımın damarlarımdan çekildiğini hissettiğimde, eski hayatımı hatırladım. Görünüşüm, bir an için bile, kız kardeşimin ölü haberinin ortaya çıkmasına sevindiğimi gösteriyordu. Böylece, eski ben Soleil’i kaybetti.
Bu seferde, Soleil kesinlikle Silvia’yı seçmişti. Bu bir önsezi değildi, zaten kabullendiğim bir hakikatti.
Aslında, bu mâlikaneye tek başıma hapsolmuştum . Onun peşinden koştuğumda, sanki hizmetçisine benimle uğraşmasını emrediyormuş gibi sırtını dönerdi. Ailemin evi çok uzak bir mesafede değildi.
At sürebilseydim bile, Soleil’in dediği gibi tehlikeli olsaydı bile, yine de onunla beraber atına binmeme izin vermesinin bir yolu olmalıydı. Yine de sırf saklamak istediği bir şey olduğu için, benimle gitmek istemediğini açıkça belli eden bir davranış göstermişti. Hayır, ona gelmeden, saklamak isteyip istemediği şüpheliydi. O gün, gözleri, açıkça anlatmadı bana.
Yolundan alıkoyulmak istemediğini. Silvia’yla geçireceği zamanı çalmamı istemediğini.
Nihayetinde, Silvia’yla buluşma duamı tamamlayamadan antrede bayılan ben, odamdaki yatağıma taşınmıştım. Birkaç dakika içinde çağırılan malikânenin özel doktoru, ciddi bir yüz ifadesiyle beni muayene ettikten sonra, diğerlerine odadan çıkmalarını söyledi ve konuştu:
“Hamilesiniz.”
“Ne?”
Bu beklenmedik sözü duyunca, düşünmeden yataktan fırladım. Bunu görünce, yaşlı doktor yastıklara yaslanmam için omzumu nazikçe geriye iterken, sakin bir ses tonuyla dinlenmemi söyledi.
“Ne diyorsunuz?”
Kısa nefesler alırken titremeye başladım. Sabırsızlıkla beklediğim haber gelmişti. Bu hayatım boyunca, eski hayatımdan daha çok kez bunun için dua ettim ve gayretle bekledim. Yine de, şaşkınlığım sevincimi bastırmıştı.
“Nasıl, niye şimdi?”
Hep bu anı hayal etmiştim. Çünkü bunun için doğmuştum. Çünkü marki hanesinin vârisini doğurmak, bana verilen en büyük görevdi. O an geldiğinde, herkesin duasını ve tebriğini alırım diye düşünmüştüm. Bu sefer, bu kez muhakkak Soleil’in de duygularını bir kenara bırakıp sevineceğini umuyordum. Ancak, neredeyse kesinlikle, bu yaşanmayacaktı.
“Doktor Bey, bir hata yok değil mi?”
“… Muhtemelen.”
“Doktor Bey, şu an, kız kardeşim ölümle pençeleşiyor.”
“… Duymuştum.”
“Doktor, ben, ben, şimdi,”
Şimdi ne halt edeceğim, demeye çalışmıştım ama dudaklarım titrediği için düzgün konuşamamıştım. Doktor bana cesaret vermek için usulca elimi tuttu, ve aldırışsız bir gülümsemeyle her şeyin elbette yolunda gideceğini söyledi. Her şeyin yolunda gideceğini söyledi. Fakat, bunu söylerken, aslında çoktan fark etmiş olmalıydı. Soleil’in burada olmamasının tuhaflığını. Silvia’nın yataklara düştüğünü bildiğine göre, Soleil’in yolda olduğunu da biliyor olmalıydı. Olması gereken, karı ve kocanın Silvia’yı beraber ziyarete gitmesiydi. Bu haber yüzünden kendime gelemediğim için endişelensen de. Çünkü beraber arabayla gitme seçeneğimiz vardı.
“Soleil-sama’ya bunu müjdeleyen ben olmak isterim.”
“Yok, hayır, söylemeyin lütfen. Şu an, iyi bir zaman değil.”
Fısıldarken sesim çatladı.
“Kız kardeşinizin hastalığından dolayı çok üzgünüm fakat, şu an sizin yaşadığınız da önemli bir mesele. Çünkü kıymetli vârisi taşıyorsunuz.”
Hamileliğinizin dengeli dönemine ulaşıncaya kadar en ufak bir ihmalin olmaması lazım, bu yüzden kocanız size destek olmak zorunda, dedi. Nazik sözleriyle cesaret buldum. Ama biliyordum. Soleil pişman olacaktı. “Niye böyle bir zamanda” “niye şimdi” diye düşünürken, benimle çocuk sahibi olmayı planladığı için kendini sorgulayıp sorgulamayacağını düşündüm.
Ya sonra, benim için hissettiğinden bile daha şiddetli bir şekilde çocuğumuzu görmezden gelmek isterse?
“…Madam…”
Gözlerim yanıyordu.
“Dengeli döneme girince, kendim söylerim.”
“Madam,”
“Bu yüzden, lütfen, ben çok dikkat edeceğim, lütfen şimdilik bu konuyu açmayın doktor bey.”
Aldığım her nefesle ciğerlerim acı içinde eziliyordu.
“Nasıl olsa, şu an kız kardeşim yatağında kıvranıyor.”
Şu an, kocam onun yanına varmış, beraber hastalıkla savaşıyor olmalılardı. Bu yüzden, her ne kadar yanımda kalmasını söylemek istesem de, böyle bir şey yapamazdım.
“Madam.”
“İyiyim. Şimdiye kadar, hep iyi oldum.”
Doktorun kırışıklıklarla kaplı eli şaşkınlıkla başımı okşadı.
Niye, Soleil burada değildi? Anlaması hiç zor değildi. Çünkü Silvia ölmek üzereydi. Niye buradayım? Anlaması hiç zor değildi. Çünkü Soleil beni geride bırakmıştı.
O yaz gününün ardından, Soleil’e çocuklarımızın olmasını istediğimi söyledim. Duygusuz bir tebessüm etti ve sanki bu onun için bir görev ya da işinin bir parçasıymışçasına, elbette bir vârise ihtiyaç duyduğunu söyleyerek kabul etti.
Fakat, sadece böyle olsaydı sorun olmazdı. O zamanlar, sorun değil diye düşündüm. Çünkü bir ailemin olmasını istiyordum. Çünkü Soleil’le daha güçlü bir bağ kurmak istiyordum. Çünkü duygularına kapılmadan bir kadınla evlenmeyi kabul etmiş, bu sanki işinin bir göreviymişçesine çocuk sahibi olacağı kaderine boyun eğmişti.
Çünkü daha zaman var diye düşünmüştüm. Ben, yaşadığım onca kötü tecrübeye rağmen, hayali bir geleceğe inanmıştım.
… … Silvia öldü.
Kafamın içerisinde, birisi fısıldadı.
Bu sefer de, Soleil beni seçmeyecek.
***
Çeviren: Kömbe