My Fiance is in Love with My Little Sister - 6.Bölüm
İkinci hayatımda, kaybettiğim seçeneklerin arasında, ‘huzur’ denen şey de vardı.
Sadece Soleil’le ilgilenen ve şiddetli kıskançlığı yüzünden etrafta koşuşturup duran akılsız bir kadın seviyesine düşmüş olsam da, aslında, kavga çıkarmayı seven biri değildim. Çok konuşmazdım, kayda değer değildim, mizacımda, birinin önüne geçmektense, birinin arkasına geçip beni korumasına izin vermek vardı. Asil bir ailenin kızı olarak doğup büyütüldüğünüzde, bunun doğal olarak eğilim haline gelmesinin mümkün olup olmadığını merak ediyordum. Daima bir muhafız kuyruk gibi peşine takılıyor, sen daha kılını kıpırdatmadan ne yapmak istediğini hisseden hizmetçiler isteğini yerine getirmiş oluyorlardı. Acil bir durumda, hayatın diğer herkesin hayatından önce geliyordu, baban ya da kocan tarafından korunmalıydın, hiç şüphesiz geniş sırtlarının bu amaçla var olduğuna inanıyordun.
Fakat, Soleil karısının böyle olmasını istemedi. O kadar narin bir varlığa aşık olduğu halde, buna rağmen, bir markinin karısı olma yükümlülüğünü kaldırabilecek birini mi arıyordu bilmiyorum ama, asla benim zayıf biri olmama izin vermedi. Bence özellikle evlendikten sonra durum böyleydi. İdeal koca görünümünde, beni nazik sözlerle cesaretlendirirken; eğer ki ondan bana omuz vermesini isteyecek olursam, yüz ifadesi bir parça hayal kırıklığına uğradığını gösterirdi.
Diğer herkesten daha güçlü bir eş olmam gerekmesinin sebebi buydu.
İlk hayatımdaki ben, muhtemelen sadece sıradan bir kadın olmuştur. Herhangi bir yerde bulabileceğiniz türden bir kadın. Bir markinin karısı olmak için eğitimden geçmiş olabilir ama, onunla ilgili söylenebilecek tek şey de budur. Diğer özelliklerine gelince, acınası gözükecek derecede sıradan bir kadındı. Bu yüzden, Soleil’e yaklaşan kadınlara ya çamur atarak, ya da ağız dalaşına girerek, bu yetersizliği besbelli yöntemlerle onları uzaklaştırmaya çalışırdı. Aciz bir köpek gibi havlayan, hiç şüphesiz ben olmuştum. Bence Soleil’in nişanlısı olma konumuna sıkı sıkıya tutunduğum için böyle olmuştu. Gösterişsiz kül rengi saçlarla, vasat yüz hatlarıyla, fakat bir kontun kızı olmanın gururlu havasını vermeden, sadece Soleil’e olan hislerime dayanarak, hayat denilen hırçın akıntının ortasında hep dimdik durdum. Bu amaçla, kan kusuyormuşçasına çaba sarf etmiştim. Aksi takdirde, sadece ayakta durmak bile zor olurdu.
… …Böylece, ilk hayatımdaki kendime baktığımda, bunları düşündüm. Bütün bu yaşananlar, bunlar ben zayıf biri olduğum için gerçekleşmemiş miydi? Yüreğim zayıf olduğu için, hiçbir şeyi olmayan bir kız evlat olduğum için, benden çıkar sağlamak için beni aşağılayanlara zayıf bir nokta bırakmıştım. Durum böyle olduğundan, kendi ailemden birini öldürmenin günahıyla suçlanıp hayatımı hapiste kaybetmiştim.
Bunun ikinci hayatım olduğunu öğrendiğimde, bu sefer iyi sürdürmeliyim diye düşündüm. Sadece görünürde iyi olsam bile. Sadece kağıttan bir kaplan olsam bile. Eğer diğer insanların bakış açılarından kaplan olarak gözükürsem, saldırmaya kalkışanlar da büyük ihtimalle ortadan kaybolurdu.
Hapishanede sona eren bir hayat, bunu bir daha yaşamak istemiyordum. Sevdiğim kişi bana güvenmedi, ailem bana sırtını döndü, arkadaşım olarak gördüğüm kişiler ben hapse atılır atılmaz beni görmezden geldiler. Yalnızca dua edebilen aciz kadın, onlardan tek bir kelime bile işitmedi. Sadece yalan olsa bile, sorun olmazdı. Sadece bir kişi bana “Sana yardım edeceğim” deseydi, sadece bununla bile kurtulabilirdim. Bu sözün söylenmesi için tüm kalbiyle bekleyen ben, acınası derecede, asla düzeltilemeyecek kadar sefil ve perişan bir varlık olmuştu. Dahası, bir ahmak olmuştu.
Bu yüzden, ikinci hayatımdaki ben, alınabilecek her türlü tedbiri aldı ve oynayabileceği tüm kartları oynadı. Birisi bana korkak demiş olsa bile, sırf kadın olduğum için hor görülsem bile, hiç vazgeçmedim ve bir sonraki markinin eşi olma konumunun gerektirdiği her şeyi yerine getirdim. Nişanlıyken bu şekilde davrandım ama evlendikten sonra arkadaş çevremi genişlettim ve etrafımdakileri boyun eğdirmeye yetecek bir nüfuzla tabanımı güçlendirdim. Çocukluğumdan beri, Soleil’in nişanlısı konumunun sayesinde kurmuş olduğum kişisel bağlantıların önemli ölçüde yardımı dokunmuştu. İlk hayatımda, salaklık denilebilecek kadar açık sözlü olmuştum ve başkalarını kullanma fikri hiç aklıma gelmemişti. Bu yüzden ikinci hayatımda tereddüt etmedim. Tereddüt edip bocalamak gibi bir şey gerçekleşmemeliydi. Onlar da, benim iyiliğim için değil, bir birey olarak benim için değil, bir markiz için hiç yorgunluk hissetmeden yardım eli uzatırlardı. Karşılığında, ben de onlara ihtiyaç duyduklarında yardımımı gönderirdim.
… … Önceki hayatımda gözümden kaçan şeyi, şimdi son derece açık bir şekilde görebiliyordum. Konuşulan kişinin size iyi niyet beslemesi için hangi kelimelerin seçilmesi gerektiğini, iyi bir izlenim bırakmak için nasıl bir tavır takınılması gerektiğini; sürekli onların en ufak tepkisini yorumlamaktan, Ilya denilen insan meydana gelmişti. Birisiyle karşılaştığımda, onların lakayt hareketlerini, ses tonunu, ağızlarından kaçırdıklarını, yüz ifadelerini, görüş alanlarını, kaç defa göz kırptıklarını, hatta gözlerinden birinin seğirdiğini fark edecek kadar, bir böceği tanımlıyormuş gibi onları inceledim. Bunu yaparken, zaman içinde, kimin bana ihanet ettiğini ya da kimin bana ihanet etmeye çalışacağını anladım. Güvenebileceğim ve güvenemeyeceğim insanların arasına kesin bir sınır çizdim.
Bazen, sırf biraz şüphe uyandırdıkları için insanlar suçlu bulunurdu.
Bende değil, ama beni destekleyen insanlarda böyle bir şeyi gerçekleştirme gücü vardı. İlk hayatımda, birinin beni hedef gösterdiğini bildiğim bir duruma düşmüştüm, ama bunu durduramamıştım. Dikkatsiz olmanın ölüme yol açacağını biliyordum. İnsanları derinlemesine araştırıp, onları bir köşeye sıkıştırmak suçluluk duygusu hissetmeme sebep olmuştu fakat kendimi sonuna kadar koruyabilmek için bu gerekliydi. Çünkü hiç şüphesiz biliyordum ki, eğer ilk hayatımdaki gibi herhangi bir suçtan sorumlu tutulsaydım, hem Soleil hem anne babam, en samimi arkadaşlarım bile beni kolayca terk ederdi. Bu şekilde, tek bir amaca odaklanarak güç aradım, bütün zekice yapılmış şüpheleri topladım ve onları ezdim.
Soleil bunu basitçe susarak onayladı. Yaptıklarım, evlenmemizden önceki davranışlarıma benziyordu ama büyük ihtimalle artık çocukça bir kıskançlık duygusuyla hareket etmediğimi biliyordu. Ne de olsa, soyluların bir üyesiydi. Sadece bir şeyleri örtbas ederek yuvanın korunamayacağını biliyordu. Bu yüzden beni karısı, eşi olarak seçti.
“Korkunç bir kadınsın” dedi biri bana. “Seninle düşman olmak istemem“, gözleriyle böyle bir kadını reddederken, acı bir şekilde gülümsedi.
Ancak, sadece Soleil elimi tuttu, ve bunun iyi bir şey olduğunu söyledi. “Ben burada olmadığım zaman, gönül rahatlığıyla evi sana emanet edebilirim.”
… … “Senin gibi bir kadın karım olduğu için gerçekten çok mutluyum“, dedi gülümseyerek.
Kendimi kandırmamın sebebi buydu. Böylelikle, her şey yolunda. Böylelikle, hiç şüphe yok. Bu doğru geçmişti.
Her seferinde kendime, bu yolu izlersem, böyle yaparsam, Silvia ölmeyecek dedim.
Silvia’yı korumak için, o sona erişmek için, bu sefer gerçekten elimden geleni yapmam lazım. Güçlü olmam lazım. Herkesin korktuğu biri olmam lazım. Her ne kadar öyle biri olmayı istemesem de. Soleil’in aşık olduğu çocuktan tamamen farklı bir varlık olmalıyım.
Ve sonra, evliliğimizden üç yıl sonraki yazın başlarında, kaderdeki gün bir kez daha geldi.
İkinci hayatımda, o gün Silvia’ya saldıran hırsız çetesi çoktan tutuklanmıştı. Onlara karşı hareket eden kişi bendim. Çünkü onun saldırıya uğrayacağını bile bile, hiçbir şey yapmadan duramazdım, o örgütü sonuna getirmek için elimdeki tüm kartları kullandım. Tutuklananlar, muhtemelen hiç böyle bir şeyin yaşanacağını düşünmemişti. Sersemlemiş gözüküyorlardı.Yüzlerine baktığımda, Silvia’ya düzenlenen saldırının, sadece olayların akışından kaynaklandığını görebiliyordum. En azından, tutuklandıkları sırada, bir kontun arabasına saldırmaya kalkmamışlardı. Başka bir deyişle, bu olay o gün tesadüfen meydana gelmişti. Ve tabii ki, Silvia özellikle hedeflenmemişti. Beni hedef göstermek isteyen kişiler sadece bu olayı iyi kullanmıştı.
Böyle düşünürsek, hırsız çetesi tutuklandığından, Silvia’nın ölmeme olasılığı yüksekti.Ancak, durumun güvencede olduğunu söyleyemezdim.
Çünkü bu felaketi ne tür bir olayın getireceğini bilmiyordum. Ona açıkça dışarı çıkmaması gerektiğini açıklamak, sahne arkasında bir muhafız görevlendirmek. Kendimi bu çocuğu korumaya adadım.
Bu olayların gidişatını değiştirmek zorundayım. Sadece bunu düşündüm.
Silvia’nın öldürüldüğü gelecek. Katili olarak tutuklandığım gelecek. Soleil’in bana sırtını döndüğü gelecek. Bu sonlara doğru ilerleyen bu devasa akışı değiştirmek zorundayım.
O malum günde, sadece emin olmak için, Soleil’i ailemin evine gönderdim. Oraya kendim de gidebilirdim, ama bir şey olursa, zar zor hareket edebilen iki kadın sadece ayak bağı olurdu. Silvia’ya gelince, onu emanet edeceğin tek bir kişi söylemen gerekirse, bu Soleil’den başkası olmazdı. Gitmesine izin vermek istemiyorum, Soleil ve Silvia’nın buluşmasına izin vermek istemiyorum. Ama böyle düşünsem de, yalnız o bir gün için, bu çocuğun yanına ondan başkasının gitmesine izin veremezdim. Ona son zamanlarda Silvia’nın kötü bir durumda olduğunu ve benim yerime onunla buluşmasını istediğimi söylediğimde, Soleil hiç soru sormadan kabul etti. Sadece kısa bir süreliğine, o hafifçe aralanmış dudakların karşısında, gözlerimi kapattım, başımı eğdim ve ona kız kardeşimi emanet ettim. Yere doğru bakan gözlerimin önünde, birbirine kenetlediğim ellerim titriyordu. Neden titriyordu, bilmiyorum. Endişeli olduğum için mi? Kendime güvenim olmadığı için mi? Hemen, Soleil’e fark ettirmemem lazım diye düşündüm. Hissederse ne yapmalıyım? Nasıl bir bahane sunmalıyım? Bunları düşünürken, kafamı kaldırdım, ama.
… … Beni görmüyordu bile.
Gözlerinde gerçekten yansımam vardı, ama sanki bana uzaktan bakıyor gibiydi. Bundan sonra buluşacağı Silvia’yı mı düşünüyordu?
Fakat, öyle olsa bile, sorun değildi. Çünkü ben hatalı değildim, hiçbir kabahat işlememiştim. Ellerimin titremesi geçmese bile. Soleil bunu fark etmese bile.
O çocuk ölmediği sürece, her şey yolunda. Bugündü. Bugün için. Sadece bugünlüğüne. Buna katlanmalıyım.
Sonra, o gün diğer sıradan günler gibi hiçbir şey yaşanmadan, sessiz sakin sona erdi. Silvia güvendeydi ve hiçbir şey olmadı. Silvia’nın köşkten ayrılmadığı ve dışarı çıkmadığı anlaşılıyordu. Sonunda, başarmıştım.
Çok şükür. Harikaydı. Gerçekten harikaydı. Yaptıklarım boşuna değildi.
O günün akşamında, yalnız başıma, ağlamaya başladım.
Sonunda acı içinde biten kaderden kurtulduğumu hissettim. Her şeyin yolunda olduğunu haykırmak istediğim bir ruh halinde, hıçkırıklarımı bastırmadan gözyaşı döktüm. Akşam olmadan eve dönerim diyen Soleil’in, gece yarısı olduğunda bile dönmemiş olmasını fark etmemiş gibi davrandım.
… … Ve sonra, ilk hayatımda kaybettiğim zaman, bana geri döndü.
Yeni bir ben olacağıma, bundan sonra asıl hayatımın başlayacağına içtenlikle inandım. Beklentilerim ve umutlarım, beni parlak bir geleceğin beklediği yönündeydi. Buna kendimi inandırmıştım. Şimdi bile, Soleil yanımda koca olarak görevini yerine getiriyordu. Gelecekte, hep onun yanında olacaktım.
Doğru, yakında çocuğumuz olsa fena olmazdı. Asıl görevim vârislerini doğurup yetiştirmekti. Soleil kesin çok iyi baba olurdu, ve ben bile iyi bir anne olabilirdim. Evet, güzel olurdu. Bir ailenin olması. Bir aile olmak.
Bu sefer, Soleil’le gerçekten evli olurduk.
Böyle bir hayal kurdum. Kutsal ve mutluluk veren bir hayal.
Asla gerçekleşmeyecek bir hayal.
***
Çeviren: Kömbe