İmparatoriçe - 50.Bölüm
Doğum günümden beş gün önce arkadaşlarımdan ve akrabalarımdan hediyeler gelmeye başladı. Ailem zaten zengindi ama İmparatoriçe olduktan sonra daha lüks bir yaşam tarzım olmuştu. Tabii servetimin çoğu çeşitli sosyal yardım projelerine ve devlet yardımlarına harcanıyordu ve çoğu zaman kendi keyfim için bir şeyler satın almıyordum. Bu yüzden bana verilen hediyelerin çoğu pahalı olmaktan ziyade anlamlıydı. Özellikle de annemin gönderdiği…
“Düşes sizin için endişelenmiş olmalı Majesteleri.”
Kontes Eliza, günün en popüler oyuncularının portrelerini içeren La Trang adlı altı aylık bir dergiyi, yani annemin hediyesini incelerken garip bir şekilde gülümsedim. Annem bana sadece erkek oyunculardan oluşan bir dergiyi göndermişti. Sovieshu’yu incitmek niyetinde değildi ama muhtemelen kendi sevgilimi edinmenin aklımı yatıştıracağını ve aktörlerin soylular arasında popüler bir seçim olduğunu düşünüyordu.
“Ah, bu harika. Şu adama bakın Majesteleri. Omuzları çok geniş.”
“Şu daha iyi değil mi? Onun hakkında kötü söylentiler vardı.”
“Ne söylentisi?”
“Görünüşe göre cinselliği oldukça garip. Şey… Al—Hmm. İsimlerini saklı tutacağım. Bir barones, kendisi ve o aktörün ateşle oynamaya* çalıştığını ve neredeyse gerçekten yanmak üzere olduğunu söyledi.” (*Ateşle oynamak kısa ve tutkulu aşklar, tek gecelik ilişkiler için için kullanılır.)
“Cidden mi?”
…Nedimelerim hediyeyi benden daha çok sevmiş gibi görünüyordu. Bu arada babam bana yurtdışından son moda elbiselerin yanı sıra nadir kitaplar, kumaşlar ve takılar da göndermişti.
Bir de anonim bir hediye vardı… “Aşk İksiri”.
…Benim için fazla garipti.
***
Doğum günümden iki gün önceydi.
Hediyelerin çoğu çoktan gelmişti ve yarın sabaha kadar kraliyet köşküne doğru yola çıkacaktım. İki günlük bir valiz hazırladım ve yatağıma birkaç kitap serdim. Hangisini alacağıma karar vermeye çalışırken havada hışırdayan kanat sesleri duydum.
Queen?
Yarı açık pencereye koştum ve daha da açtım. Queen’di ama her zamanki gibi odaya kolayca giremiyordu. Küçük başı pencereden girip çıktı ve aşağı bakınca onu iple bağlanmış büyük bir kutu taşırken gördüm.
“Queen!”
Şaşırmıştım, elimi uzatınca Queen kutuyu bırakıp pencereden içeri uçtu. Kendini yatağıma bıraktı ve nefes nefese kaldı.
“Bunu kendin mi getirdin?”
Queen’in getirdiği kutuyu yokladım. Elimdeyken bile oldukça ağırdı ve bunu kendi başına taşımış olmasına şaşırmıştım. O büyük bir kuştu ama yine de bir kuştu. Queen başını kaldırıp bitkince başını salladı ve sonra tekrar kendini bıraktı.
“Prens Heinley çok ileri gitti. Şahsen gelmeli veya bunu başka birinden getirmesini istemeliydi.”
– !
“Neden başını sallıyorsun? Bunu sana Prens Heinley yaptırmadı mı?”
– …
“Prens Heinley hakkında kötü şeyler söylememden hoşlanmıyor musun?”
Başını salladı.
“Pekala… Daha dikkatli olacağım.”
Queen’in kendini kaldıracak enerjisi yoktu ve bir kanat çırpışıyla oturur konuma geldi. Sırtını okşayınca şaşkınlıkla irkildi ama sonra tekrar halsiz hissediyormuş gibi gevşedi. Queen’in yanına oturup kutuyu kucağıma koydum. Prens Heinley ne göndermişti Tanrı aşkına?
“Ah.”
İçinde büyük bir pasta ve kutunun kapağında da bir mektup vardı. Ne yazdığını okumak için açtım.
–Yemek yapmakta iyi olduğumu düşünüyorum. Umarım malum kişi bana iltifat eder.
Queen ayağa kalkıp sessizce yanıma oturdu ve bana doğru bir bakış attı. Bir elimi Queen’in omzuna koyup diğer elimdeki bir parmağımı kremaya batırdım ve dudaklarımın arasına götürdüm. Kıvamlı, sade, tatlı ve taze bir krema tadı vardı.
“Kremayı tamamen kendi başına mı yapmış?”
– ?
“Çok lezzetli.”
Gülümseyince Queen kuyruğunu sallayıp başını koluma sürttü.
“Ağır olmalı. Bunu bana getirdiğin için teşekkürler Queen.”
– Gu!
“Prens Heinley’e ayrıca teşekkür edeceğim.”
– Gu!
“Sahibin çok iyi biri.”
– !
“Haha, neden bu kadar utandın?”
Pastayı bir kenara koyup Queen’i kucağıma aldım ve alnını öptüm. Tamamen kaskatı kesildi. Tepkisini o kadar eğlenceli buldum ki onu daha çok öpücükle boğdum.
Sonrasında pastayı masaya alıp bir dilim kestim ve az öteye koydum. Kısa süre sonra pastanın tek hediye olmadığını anladım.
“Ah…”
İstemsizce nefesimi tuttum. Yumuşak kekin içine çeşitli boyut ve renklerde mücevherler yerleştirilmişti. Birini çıkardım ve mavi renkli bir elmas olduğunu fark ettim. Bir dürttü hissedince o tarafa döndüm ve Queen’in bana büyük mor gözleriyle tepkimden endişe duyuyormuşçasına göz kırptığını gördüm. O kadar ciddi görünüyordu ki dürüstçe cevap vermekten kendimi alamadım.
“Bu kadarı biraz fazla.”
– !
Yabancı bir heyetten bundan daha abartılı hediyeler almak kabul edilebilirdi ama Prens Heinley bunu bir arkadaş olarak vermişti. Elbette maliyeti onun için bir sorun değildi ama hediyenin anlamı belirsizdi.
Mücevheri bir kenara bıraktım ve Queen’i görünce şaşkınlıkla ona bakıp sarıldım.
“Neden ağlıyorsun Queen?”
***
Evet arkadaşlar uzun zamandır bölüm gelmediği için her ne kadar yeterli olmasa da 3 bölüm birden attım. Daha önce de söylediğim gibi sınav senem olduğu için bölüm atamıyorum ve bu kadar sabrettiğiniz için de teşekkür ediyorum^^ Belki sizleri madur etmemek için yeterli gördüğüm başka birine devrederim gelene kadar ama belli olmaz tabii. Tekrar okuduğunuz için teşekkürler, umarım yorum yapıp beni mutlu edersiniz<3