İmparatoriçe - 28.Bölüm
Queen beni her gün ziyaret ederdi ama son iki gündür hiç görünmemişti. Hatırladığım kadarıyla Rashta’nın hizmetçisi benmişim gibi davrandığından beri hiç iletişime geçmemiştik. Bu ortaya çıkıştan sadece birkaç saat öncesine kadar Queen odamda oynuyordu. Cıvıltısını ve ona son sarıldığım son seferi hatırlayınca hüzünlendim. Kontes Eliza’nın dediği gibi bir kuş mu yetiştirmeliydim?
‘Hayır. Diğer kuşlar Queen gibi değil.‘
“Queen’i mi düşünüyorsunuz?”
Ben pencereden bakarken Kontes Eliza benim en derin düşüncelerimi anlıyor gibiydi. Tuhaf bir şekilde gülümseyip cevap vermedim. Queen’i özlemiştim ama bunu yüksek sesle söylersem Prens Heinley’i görmek istiyormuşum gibi anlaşılabilirdi. Bu yüzden temkinliydim.
Kontes Eliza cevap vermem için beni sıkıştırmak yerine gardıroptan açık pembe bir elbise çıkardı. Elbisenin ince, dökümlü bir yapısı vardı ve son üç günkü elbiselerden biraz daha az abartılıydı.
“Bu gece büyük bir ziyafete gitmeyeceksiniz, bu yüzden sizi daha zarif giydireceğim Majesteleri.”
Yarın Yeni Yıl kutlamalarının son günü ve aynı zamanda özel ziyafet günüydü. Bununla birlikte, katılımcılar genellikle her yıl değiştiği için Kontes Eliza’nın da söylediği gibi konukların kaynaşması için önceki akşam genellikle bir ön yemek olurdu. Yalnızca nispeten küçük bir buluşma olduğundan akşam yemeğinde abartılı bir elbise giymek biraz saçma olurdu.
“Her zamanki gibi teşekkürler.”
“Onur duydum.”
Kontes Eliza’nın hazırlıkları sayesinde düz saçlarım dalgalar halinde şekillendi ve soluk tenim pembeleşti. Onun da yardımıyla elbiseyi giyip aynada kendimi inceledim ve Merkezi Saray’a gitmek için odayı terk ettim.
Uzun tatillerde kimse işe gitmezdi ama ben birkaç belgeye göz gezdirmek istedim. Ofisime gidip özel ziyafet için konuk listesine baktım. Yabancı konuklarla kibar konuşma sürdürmenin yanı sıra yanlışlıkla onları gücendirmemek için kültürlerini de tanımak zorundaydım.
“…”
En önemli konuklar Prens Heinley ve Grandük Kapmen’di. Prens Heinley özellikle öne çıkan bir figürdü.
‘Grandük Kapmen’e de dikkat etmeliyim…‘
Büyük çöl ülkesi Rwibt’ten olan Grandük Kapmen, başka bir kıtadan gelen tek misafirdi. Sadece önemli bir adam olduğu için değil, aynı zamanda sihirli akademisinden birincilikle mezun olan yabancı bir öğrenci olduğu için de davet edilmişti. Kıtalar arasında çok fazla değiş tokuş yoktu ve tüccarlar da uzun durmuyordu. Rwibt’in saray etiği hakkında çok az şey biliniyordu. Bölgeyle alakalı birkaç kitaptan biri bir maceracının çöl ülkesini ziyaretinden sonra yazdığı “Seyahatname” idi. Grandük Kapmen’in kitapla alay ettiğini ve biraz bile doğru olmadığını söylediğini duymuştum.
‘Zaten birkaç yıldır yurtdışında görev yapıyor ve bizden biriymiş gibi davranılmalı…‘
Uzun bir araştırma ve öğrenimden sonra akşam yemeği vakti geldi.
Ofisimden çıkınca Kontes Eliza ve Bay Artina’yı gergin bir şekilde dışarıda beklerken buldum ve beni görünce “Majesteleri!” diye seslendiler.
“İçeri girsem mi diye düşünüyordum.”
“Merak etme saati kontrol ediyordum.”
Kontes Eliza’nın ısrarıyla Doğu Sarayı’na gitmeden önce saçımı ve makyajımı düzeltmek için odama geri döndüm.
“Abla!”
Yemek odasına girince ilk gördüğüm kişi Rashta’ydı. Şaşırarak ağzını kapadı ve ardından gülümseyerek dedi ki,
“Majesteleri!”
Sakin yüz ifadem neredeyse parçalanmıştı. Rashta yarınki yirmi özel konuğun arasında mıydı? Hayır, listeyi kısa bir süre önce kontrol etmiştim. Onu buraya Sovieshu getirmiş olmalıydı. Özel ziyafete kimse davetsiz katılamasa bile yine de akşam yemeğine davetsiz de gidilebilirdi.
Bir dakika sonra Prens Heinley, Sovieshu ve Prenses Soju yemek odasına girdiler. Prenses Soju bana ‘Sorun nedir?’ dermiş gibi baktı ama başımı sallayıp koltuğuma doğru yürüdüm. Prens Heinley bana merhaba dedi ve ben de onu yalnızca hafifçe başımı eğerek selamladım. Prenses Soju’nun bu tarafa baktığını hissedebiliyordum ama görmezden geldim ve başım zonklayarak yerime oturdum. Bir hizmetçi bardağıma su koyduktan hemen sonra Prenses Soju bana doğru eğilerek sessizce fısıldadı.
“Kısa süre öncesine kadar şaka olduğunu düşünüyordum.”
Sesi o kadar kısıktı ki zar zor duyabiliyordum.
“Neyin?”
Prens’e baktı.
“Prens Heinley. Sanırım çapkın olduğu söylentileri doğru. Majestelerinin önünde Bayan Rashta’ya çok nazik davranıyor, onun bir çeşit kremalı puf olduğunu falan düşündüm.”
(Çn: Aslında Türkçede pastane bezesi olarak geçiyor ama öyle yazacak değilim?)
“Pftt!”
Prenses eğlenerek gülümserken yüz ifadesi beni öksürük krizine tuttu. Prens Heinley, Rashta ve Sovieshu’nun dikkati aynanda bana yöneldi ve çabucak yüz ifademi düzelterek bir mendille ağzımı kapattım.
Şimdi Prenses Soju söyleyince fark ettim, atmosfer bir tuhaf görünüyordu. Prens Heinley her zamanki gibi soğuk ve gizemliydi ama Sovieshu normalden daha gergin görünüyordu. Zaman zaman Prens Heinley ve Rashta’ya bakış atıyordu. Ve Rashta… durumdan zevk alıyor gibiydi. İmparator ve Prens’in dikkati üzerinde olduğundan yanakları her zamankinden daha kızarıktı.
‘Prens Heinley’in birlikte olduğu kişi başından beri Rashta olsaydı o zaman ne olurdu?‘
Bu ani düşünceye kalbim çarptı ama kısa süre sonra boşverdim. Rashta olmasaydı bile Sovieshu yine de bir gün cariye getirecekti. Prenses Soju yine bana doğru eğildi.
“Tuhaf. Az önce Prens Heinley Bayan Rashta’ya karşı açıkça çok nazikti. Ama şimdi değil.”
Bu sefer o tarafa bakmakla uğraşmadım. Kısa süre sonra tüm masa misafirlerle doldu ve hizmetçiler başlangıç olarak -sıcak şarap, taze kereviz, patatesli somon ve şarapta haşlanmış tavuk getirdiler.
(Çn: Sıcak şarap diye bir şey var bu arada uydurmadım:D)
Uzun bir yemeğin tam ortasına aniden sert bir çatırtı sesi geldi. Yemek odası sessizliğe büründü. Sovieshu, altın kadehi tabağına dökülen Prens Heinley’ye bakıyordu. Herkes nefesini tutmuş onları izliyordu.
“Bu saygısızca, Prens Heinley.”
“Ne demek istiyorsun? Saygısızca mı? Benimle mektuplaştığını iddia eden kişinin söz konusu mektupların içeriğini bilmediğine dikkat çekmek kaba bir davranış mı? Beni kandırdığını öğrendikten sonra itiraz etmem kaba mı?”
“Prens Heinley. Dediklerinize dikkat edin.”
“Cariyenize dikkatli olmasını söyleyin.”
“!”
“Bu çok ayıp. Önce hizmetçi, sonra da efendisi Bayan Rashta. Batı Krallığı’nı hor mu görüyorsunuz, yoksa beni veya sözlerimi mi küçümsüyorsunuz?”
Prens Heinley koltuğuna yaslanıp soğuk bir şekilde Sovieshu’ya bakarken Rashta’nın gözleri çay tabakları kadar genişledi.
“Oh, ya da belki -Bayan Rashta’ya bunu yapmasını Majesteleri mi emretti? Beni kullanmasını?”
“Prens Heinley!”
***