İmparatoriçe - 27.Bölüm
Yeni Yıl kutlamalarının üçüncü günü ziyafetlere katılım genellikle azalırdı. Ne ilk ne de son günün bir önceliği vardı ve herkes şehirde eğlenmek ya da arkadaş oldukları insanlarla sosyalleşmek istiyordu. Üç yıldır bu böyleydi. Ta ki şimdiye kadar.
“Bugün çok fazla insan var Majesteleri.”
Kontes Eliza dilini şapırdattı.
“Sanırım prens ve hizmetçi hakkındaki söylentiler yüzünden.”
İlgisiz bir şekilde konuştum. Buna nasıl tepki vermem gerektiğine hala karar vermemiştim. Bunu düşünmek hem tuhaf hem de eğlenceliydi.
Sovieshu hariç diğer soylularla etrafı çevrelenmiş Rashta, daha endişeli görünse de Düşes Tuania’ya bakmaya devam ediyordu.
‘Birbirlerini tanıyorlar mı?‘
Kapı açılma sesi geldi. Sovieshu’nun girmesini bekleyerek o tarafa baktım ama giren Prens Heinley’di. Kolunda Rashta’nın hizmetçisi Cherily vardı.
“Tanrım. Sahiden de onu buraya getirdi.”
Kontes Eliza korkuyla fısıldadı ve tekrar söylendi. Cherily, hizmetçi üniformasına kıyasla soluk pembe bir elbisede çok daha parlak görünüyordu.
“O elbise çok pahalı görünüyor.”
“Prens Heinley elbiseyi onun için satın aldı değil mi?”
“Her nedense birlikte iyi görünüyorlar. Eminim ikisi de aşık oldukları kişiyi aradığı içindir.”
Dedikodularla birlikte odada bir uğultu yükseldi. O anda Prens Heinley doğruca bana doğru baktı. Başımı sallayarak onu selamladım ama garip bir ifade takınıp kaşlarını çattı ve başını salladı.
‘Bu ne anlama geliyor?‘
Bu alışılmadık durumu merak ettim ama ben daha fazla düşünemeden Prens Heinley Cherily’le birlikte geri çekildi. Kısa bir süre sonra Sovieshu odaya girdi ve etrafına bakınıp Rashta’ya yöneldi.
“…”
Yanımdan geçen hizmetkârdan bir bardak alarak arkamı döndüm. Damak tadım bana bunun bir çilek suyu olduğunu söyleyene kadar hangi içecek olduğunu kontrol etmemiştim. Ruh halimin aksine oldukça tatlıydı. Ve müzik çalmaya başladı. Dans edecek havam yoktu bu yüzden duvarın yanındaki bir kanepeye oturup misafirlerle konuştum.
Ancak bir süre sonra odanın ortasındaki bir kargaşa konuşmamı kesintiye uğrattı. Başımı kaldırınca herkesin bakışlarının kalbi kırılmış gibi görünen Prens Heinley’e ve gözyaşlarıyla yüzü kızarmış olan Rashta’nın hizmetçisine döndüğünü gördüm. Sadece birkaç saat öncesindeki tatlı atmosfer tamamen dağılmıştı. Biri dehşete kapılmış, diğeri öfkesini bastırıyormuş gibi görünüyordu. Neler oluyordu? Buradan iyi duyamıyordum ve ayağa kalkıp kalabalığa doğru ilerledim.
“Neden beni kandırdın? Önemli birini aradığımı sana söylemiştim.”
Yeterince yaklaşınca Prens Heinley’in sesini duyabildim ve durumu hemen anladım. Hizmetçi yalan söylerken yakalanmıştı. Yüzü kıpkırmızıydı ve zorlukla cevap verebiliyordu.
“Bu çok anlamsız.”
Prens Heinley hizmetçinin cevabını beklerken nefesini verdi.
“Doğu İmparatorluğu’nda hizmetçiler böyle mi yapıyor? Kraliyet ailesini kandırmak? Hayır, durum ne olursa olsun bu hala bir aldatmaca değil mi?”
Söyleniyor mu azarlıyor mu belli değildi ama bazı soylular hizmetçiye baktı ve biri alçak sesle mırıldandı,
“Ülkeye utanç getiriyor…”
Hizmetçi bunu duydu ve eskisinden daha kızardı.
“Ne oldu?”
Yanımdaki soylu kadına döndüm ve açıklamak için sesini alçalttı.
“Tam olarak bilmiyorum. Dostça sohbet ediyorlardı ama sanırım prens hizmetçiyi sorguluyordu.”
Devam etmeden önce bir an düşündü.
“Galiba hizmetçi mektupların detaylarını tam olarak bilmiyor.”
“Anladım. Anlattığın için teşekkürler.”
Soylu kadın yine prens ve hizmetçi manzarasına döndü.
Bir an için durumu gözden geçirdim. Sakinleşmeseydi öne çıkıp onu durdurmam en iyisi olurdu. Ama hizmetçi Prens Heinley’e karşı yanlış yaptıysa ya kendisi ya da efendisi Rashta özür dilemek zorundaydı.
Hizmetçi titreyerek aynı şeyi düşünüyormuş gibi Rashta’ya baktı. Ama Rashta yalnızca şaşırarak baktı ve karışmak istemiyor gibiydi. Başka seçeneğim yoktu. Bunu yapmak zorundaydım.
“Neye inanıyorum biliyor musun? Bana tamamen yalan söylediğini sanmıyorum, doğru değil mi?”
“Huh…?”
“Başta beni tamamen kandırdığını düşündüm. Ama aptal değilim. Mektupları bildiğinden eminim.”
Prens Heinley’in sesi kısıktı ama sesi odada kolayca duyulabiliyordu. Şaşırmış gözüken tek kişi ben değildim. Hizmetçi yalan söylemişti ama bu hiçbir şey bilmediği anlamına gelmiyordu…
Rashta’nın bu işe dahil olup olmadığını bilmiyordum ama en azından Vikontes Verdi sorumlu olmak zorundaydı.
“Ne düşünüyorum biliyor musun? Benimle mektuplaşan sen değilsin -ama bence kim olduğunu biliyorsun. Sen aracısın. Doğru mu?”
“Ben… Ben…”
“Efendin kim?”
Prens Heinley gülümsedi.
“Aradığım kişi efendin değil mi?”
Dilimin ağzımda dolaştığını hissettim. Ne büyük yanlış anlaşılma…
Prensin gözleri cüretkar düşüncesine rağmen soğuk görünüyordu.
‘Gözlerindeki sadece öfke mi?‘
Şimdiye kadar tek kelime etmemiş olan Rashta iç çekip öne çıktı.
“Mektuplaşırken Prens Heinley’in sadece şakacı bir adam olduğunu düşünmüştüm. Şaşırtıcı derecede zekisiniz.”
Rashta öne çıkmakla kalmadı. Mektuplar aracılığıyla onu tanıdığını öne süren bir imayla konuştu ve soylular da birbirleriyle bakıştı. Prens Heinley kaşlarını kaldırılarak Rashta’ya baktı ve gülümsedi.
“Bayan Rashta. Aradığım kişiymiş gibi konuşuyorsunuz.”
“Bu doğru. Aradığınız kişi benim.”
Ne? Rashta ve hizmetçisi birlikte mi çalışıyordu?
Hayır, sanırım öyle değil. Rashta’nın hizmetçisi tamamen şok olmuş gibi görünüyordu. Prens Heinley yüzünde belirsiz bir ifadeyle dikkatle Rashta’yı inceledi.
“Neden kendi yerinize hizmetçiyi gönderdiniz?”
“Çünkü Rashta İmparatorun kadını. Tabi ki de siz ve ben sadece arkadaşız ama Rashta Majestelerinin güceneceğinden endişeliydi.”
“…”
“Sizi arkadaşım olarak görsem de umarım siz de gücenmezsiniz.”
Prens Heinley başını eğerken Rashta gözlerini kocaman açarak konuştu. Prens ona baktığında sanki zaman durmuş gibiydi. Ardından Heinley bir kahkaha patlattı.
Rashta korktu. Prens Heinley Rashta’nın yalanını kolayca görmüş ve bunu inanılmaz derecede komik bulmuş gibiydi. Ya da Rashta’nın doğruyu söylemediğini zaten bildiğim için sadece bana öyle gelmişti…
“Yalan söylediğini biliyor mu?”
Laura kulağıma fısıldadı. Yani böyle düşünen tek ben değildim. Yine de bu bir yanılsama olabilir miydi? Bir an için Prens Heinley’in gözlerinde bir alay ifadesi yanıp söndü ama ardından kanıt istemeden gülümsedi.
“Anlıyorum. Hiç de gücenmedim. Ama ya yine aldatıyorsanız?”
“Öyle mi düşünüyorsunuz? İstediğiniz kadar kontrol edebilirsiniz. Rashta kendine güveniyor.”
“Hayır, problem yok. Bayan Rashta’nın bu konuda yalan söyleyeceğini düşünmüyorum.”
“Tabii ki.”
Rashta kendinden emin bir şekilde cevap verdi ve Heinley’in ağzının bir kenarı yukarı kalktı.
“Umarım bu sefer doğrudur Bayan Rashta. İkinci bir yalan muhtemelen beni daha da kızdırır.”
Gözlerini ilk yalanı söyleyen hizmetçiye çevirdi. Önceki arkadaş canlısı yanı kaybolmuştu ve bakışlarının soğukluğu hizmetçiyi başını eğmeye zorlamıştı.
“Sizi taklit ettiği için cezasının icabına bakar mısınız Bayan Rashta?”
Rashta başını sallayınca Heinley sırtını dikleştirdi ve orayı terk etti.
***
“Yüce Tanrım, onun böyle kurnaz bir tilki olduğunu kim bilebilirdi?!”
Batı Sarayı’na döner dönmez nedimelerim öfkeyle patladı.
“Majesteleri, o alçağın ortalıkta böyle dolaşmasına izin mi vereceksiniz?”
“İmparator’un cariyesi olduktan sonra bile yalan söyleyerek başka bir ülkenin prensiyle arkadaş olmaya çalıştı!”
“Nasıl cüret eder!”
Kontes Eliza genellikle çok sakin olurdu ama şimdi öfkeyle yelpazesini sallıyordu.
“Prens Rashta’nın yalan söylediğini biliyor, yani çok üzülmeyin.”
Nedimelerimin üzülmesine müsaade edemedim, bu yüzden onları sakinleştirecek bir şey söyledim. Nedimeler neden bu kadar rahat olduğumu merak eder gibi şaşkınlıkla bana baktılar. Laura öfkeyle homurdandı.
“Başta biraz şüphelenmiş görünüyordu ama sonrasında anladı! Kandırıldığını biliyor olduğu aşikardı!”
Başka bir nedime araya girdi.
“Muhtemelen Rashta güzel yüzüyle onu kandırabileceğini düşünüyor.”
“Rashta’nın samimi olduğunu düşünseydi tereddüt etmezdi.”
Nedime de bunu kabul ederek başını salladı.
“Pekk Prens Heinley kasten mi onun yalanlarıyla kandırılmaya müsaade ediyor?”
“Sanırım öyle. Aynı şekilde iki kez kandırılması tuhaf olurdu. Ama garip olan şey…”
Neden ki? Belki de nedimelerden birinin iddia ettiği gibi yalan söylese bile Rashta’dan hoşlanıyordu.
***