İmparatoriçe - 22.Bölüm
“Özür dilerim Bayan Rashta ama zaten yorgunum.”
Prens Heinley gülümseyip arkasını döndü.
“Art arda iki kez dans edemem. Bu yakışıklı adamın şaşırtıcı derecede zayıf bir bünyesi var.”
“Peki ya ara verdikten sonra? Gücünü geri kazanınca.”
“O zaman…”
Prens Heinley aniden bu bakınca gözlerimiz buluştu ve bakışları yumuşadı.
“Tekrar dans etmek istediğim biri var.”
Onu tekrar reddetmesine kafa yordum. Çoğu soylunun kendini ortaya atmasından çok farklı olarak onun yolunu kesmeye kararlıydı. Rashta reddedilmeyi beklemiyordu. Şaşırmış bir şekilde saçlarına dokundu ve arkasını döndü. Göz göze geldik ama beni tanımamazlıktan gelerek parıldayan yaşlı gözlerle Sovieshu’ya döndü.
“Majesteleri, Rashta’nın dans edecek kimsesi yok.”
“Ara ver. Art arda iki kere aynı kişiyle dans edemezsin.”
Rashta Prens Heinley’e benziyordu. Çoğu soylu düşüncelerini yüksek sesle dile getirmekten gurur duyarken, onun duygularını ifade etme konusunda hiçbir endişesi yoktu.
“Hing…”
Bir bebek gibi sızlandı ve çevresindeki soylular alay etmek için değil de sevgi göstermek için kıkırdadılar. Rashta asil değildi ve davranışı en azından söylemek gerekirse kabaydı ama diğer herkese göre saf ve temiz bir yenilik gibiydi.
“Bayan Rashta, benimle dans etmek ister misiniz?”
Birkaç başka soylu da Rashta’ya yaklaştı ama o bitkin bir şekilde “Hayır, teşekkür ederim.” diye cevaplayarak odanın kenarına doğru yorgun argın yürüdü. Eğer o anda müzik başlamamış olsaydı Sovieshu gerçekten de onun peşinden gidebilirdi ama yerinde durdu.
Tesadüf eseri müzik sakindi ve dans eşiyle aranda biraz mesafe bırakmayı gerektiriyordu. Sovieshu ve ben gençliğimizden beri dans partneriydik ve birlikte ritime uymaya alışkındık. Çocukken adımların tuhaf olduğundan şikayet ederek kahkahalarla birbirimize tutunurduk.
‘O günler bir daha asla geri gelmeyecek.‘
Büyük bir harita tutarak yeni inşaa projelerini tartıştığımızı hatırlayınca kalbimin köşesinde bir ürperti hissettim. Sovieshu’yla hayatımızın geri kalanında birlikte olacağımıza inanmak… ne kadar da aptal ve safmışım. Sonunda dans bizi birbirimize yakınlaştırdığında hala birbirimizden uzak olduğumuzu hissettim.
“Az önce.”
Sovieshu alçak bir sesle konuştu.
“Prens Heinley’le ne hakkında konuştunuz?”
“Normal bir sohbet ettik.”
“…”
“…”
“Onun hakkındaki söylentileri duydun mu?”
Ne demeye çalışıyordu? Karmaşık adımlara odaklanmak için bir süre bir şey söylemedim ama Sovieshu’nun kaşları arasındaki kırışıklık gözümden kaçmadı.
“‘Normal’ bir sohbetten kastın nedir?”
“Çok eğlenceliydi.”
“O bir zampara, tabii ki eğlenceli olur. İnsanlar komik adamları sever.”
Aramızdaki mesafe tekrar açıldı. Etrafımda dönünce Prens Heinley’in masanın yanında durup beni izlediğini gördüm. Gülümsedi ve göz göze gelince el salladı.
“Cariyem olarak Rashta’ya sahibim, bu yüzden sana da başka bir adamla sevgili olamayacağını söylemeyeceğim.”
“?”
“Yine de bunun Prens Heinley olmaması gerektiğine inanıyorum.”
“Neden bahsettiğini bilmiyorum.”
“Prens Heinley’le birlikteysen o senin değil sen onun cariyesi olacaksın.”
“!”
“Bu Doğu İmparatorluğu’nun İmparatoriçesi için utanç verici olmaz mı?”
“Ne hayal ettiğini bilmiyorum ama Prens Heinley’le o tür bir ilişkimiz yok.”
“İyi. Her yere yayılan ateşin için kibrit olma.”
“O-”
Sovieshu aniden duraksadığında Prens Heinley’in öyle biri olmadığına dair itiraz etmek üzereydim. Müzik henüz bitmemişti. Sovieshu olduğu yerde dondu ve yalnız dans edemeyeceğimden etrafımızdaki akışı bozarak ben de durdum.
“Majesteleri?”
Sorun neydi? Ayağını mı burktuğunu merak ettim ama Sovieshu uzaklaştı. Çevremdeki insanlar şaşkın ifadelerle baktılar. Sovieshu sonunda Rashta’nın önünde durdu. Duvara karşı durmuş ağlıyordu.
“Rashta, neden ağlıyorsun?”
Sovieshu şaşkınlıkla ona baktı ve Rashta kollarını uzatarak onun boynuna sarıldı.
Kalabalığın mırıltısı daha da arttı. Soyluların üzerimdeki bakışlarını hissedebiliyordum. Sovieshu ve ben, beni bir kenara atıp Rashta’ya gitmeden önce birlikte dans ediyorduk.
Çenemi sıktım. Görüşüm bulanırken beynimdeki kanın çekildiğini hissettim. Rashta ağlamaya devam ederken Sovieshu onu teselli etmeye çalışıyordu ve sonunda onu aldı ve gittiler.
“Aman Tanrım. Yani İmparatorun cariyeyi sevdiği doğru.”
“Evet.”
İkisi ayrılırken kalabalığın bakışları üzerime daha fazla yüklendi.
“Ama onun kaçak bir köle olduğunu duymuştum. Bu doğru mu?”
“Saçmalık. İmparator bunun sadece bir söylenti olduğunu söyledi.”
“Dediklerine dikkat et. Majesteleri bundan bahseden herkesi cezalandıracağını söyledi.”
“Hayır, dur bir dakika. Doğu İmparatorluğu kaçak kölelerin cariye olmasına izin veriyor mu? Bizim Kuzey Krallığı’mızda bu mümkün değil. Ona Kuzey Krallığı’nın Deniz Mücevherlerini bile hediye ettim. Eminim İmparator böyle bir şey yapmamıştır.”
Müzik durmuştu ve herkes bana ya bakıyordu ya da Rashta hakkında konuşuyordu. Odayı terk etmekten başka bir şey istemiyordum ama kendimi sakince yürümeye zorladım.
Nereye gittiğime dair hiçbir fikrim yoktu ama adımlarımı takip eden birini duydum ve Prens Heinley’in pürüzsüz sütundaki yansıması gözüme ilişti. Sivil bir şekilde yabancı bir prensle konuşmak istemiyordum. Şimdilik… Sadece bir yere oturmak istiyordum.
Kendimi boş bir saray koridorunda yürürken buldum. Şövalyelerin komutan yardımcısı Sir Artina yanıma doğru adım attı.
“İyi misiniz Majesteleri?”
“İyiyim.”
“Biraz dinlenseniz iyi olur. Solgun görünüyorsunuz.”
Başımı salladım. Kendi sarayıma gittim ve yatak odasına girmeden önce misafir odasından geçtim. Kendimi yüz üstü yatağa attım ve yastığı kucaklayarak kıvrıldım. Tüm vücudum dayanılmaz derecede ağır hissettiriyordu. Omuzlarımda ne kadar yük taşıyordum?
–Gu…
Camın üstünde bir tıkırtı sesi duydum ve pencerenin kenarında oturan Queen’i gördüm. Yorgun bir halde pencereyi açtım ve ‘Queen’ büyük gözlerini kırparak içeri girdi. Kuşu kollarıma aldım. Küçük bedenindeki sıcaklık benimkine yayılırken gözlerimden gözyaşları dökülmeye başladı.
–…
Bu yaratık nasıl bu kadar büyük bir rahatlık sağlayabilirdi? Queen’in bana sert bir kış günü terk edilmiş bir insan gibi verdiği sıcaklığı içime çektim. Nihayet sakinleştiğim zaman kuşu çok uzun süre kucakladığımı fark ettim. Muhtemelen rahatsız olmuştu. Ona baktım ve şaşırtıcı şekilde Queen tamamen beni izliyordu.
“Teşekkür ederim.”
–Gu…
“Bana hep güç veriyorsun.”
Yüksek sesle söylemekten utanıp kulağına fısıldadım ve Queen kanatlarıyla yüzünü kapattı.
“Bazen gerçekten bir insan gibisin.”
–!
Queen’in gözleri genişledi ve odanın etrafında turladı. Dışarıda bir kargaşa yaşandı. Yatağın üzerinde asılı duran kağıt çırpındı ve onu bana doğru çekti. Yatağın üzerinde asılı duran kağıt dalgalandı ve kuşu kendime doğru çektim.
İçeri girebileceklerini bildirmek için zili çalınca ana kapı açıldı ve sesler içeri doldu. Kontes Eliza ve Laura da dahil olmak üzere oradaki birkaç nedimeyi de bularak kollarımdaki Queen’le birlikte misafir odasına gittim. Doğruca partiden gelmiş ve normalden daha abartılı giyinmişlerdi. Ama saat balonun bitişine uzun bir süre daha olduğunu gösteriyordu. Neden buraya gelmişlerdi.
“Kontes, ne oluyor?”
***