İmparatoriçe - 18.Bölüm
Sesi yumuşak ve tatlıydı ama içinde kibirli ve kendini beğenmiş bir tını vardı.
Ve bana Kraliçe demişti. Bunu yapan tek yabancı o değildi ama Queen ile mesajlar gönderdiğim için bu kelime garip geldi.
Yani… Prens Heinley Queen’in sahibi miydi? Onun mektup arkadaşı olduğumu mu düşündü? Bir anlığına şüphelendim ama kısa süre sonra vazgeçtim. Bu mektupları o yazda da sorun değildi. Queen’in sahibiyle gerçek hayatta tanışmak gibi bir niyetim yoktu.
Yanımda duran şövalye rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı. Prensin benden sarayda rehberlik etmemi istemesinin kaba olduğunu düşünmüş olmalıydı.
“Pekala.”
Yine de ülkesinin ne zaman Doğu İmparatorluğu’nu geçeceği bilinmezdi. Gelecekte tahtta başarılı olabilecek bir prens ile gereksiz sıkıntılar uyandırmak istemezdim.
Bir dakika düşündükten sonra Prens Heinley’in yüzündeki kibirli tutum kayboldu ve yerini bana kolunu teklif ederkenki masum bir gülümsemeye bıraktı. Kolunu tuttum. Güzel ve ince görünümünün aksine kolu yoğun bir şekilde kaslı hissettirdi. Şaşırarak bıraktım ve o da merakla bana baktı.
“Bir şey mi oldu?”
“Hayır.”
Beklediğimden daha sert olduğunu söyleyemezdim, bu yüzden çabucak başka tarafa baktım.
“Hiç Gümüş Bahçe’ye gelmiş miydiniz? Güney Sarayı’na en yakın bahçe. Çok güzeldir.”
“Doğal olarak Güney Sarayı’nın yakınlarında bulunmuştum.”
Merkezi Saray’a çıkan koridor boyunca yürürken bir anlığına düşündüm. Merkezi Saray öncelikli olarak iş için kullanılırdı ve yabancılara yasak olan birçok bölgesi vardı, yani ona oraları gezdirmem uygun değildi. Güney Sarayı da yabancı konukları ağırlamak için kullanılırdı ve o bölgeyi çoktan gezmiş olmalıydı.
Bu durumda geriye Batı Sarayı kalıyordu… bir fincan çay içebilirdik, yani Batı Sarayı uygun olmalı.
Ona İmparator’un Doğu Sarayı’na kadar eşlik edebilirdim ama Rashta’yla karşılaşmak istemiyordum. Orayı kolayca es geçip Kuzey Sarayı’na gidebilirdik…
“Majesteleri?”
Tek kelime etmeden ileriye doğru yürüyordum ve Prens Heinley bana seslendi. Sesindeki bir şey kulaklarımı çınlatmıştı.
“Size ilk önce nereyi göstereceğimi düşünüyordum.”
“Ah. Öyleyse gitmek istediğim yer-”
Prens Heinley sözünü bitirmeden bahçedeki çalılıklardan tanıdık biri bize doğru koştu.
“Majesteleri!”
Rashta. Bundan kaçınmak için harcadığım çabaya rağmen yine de karşıma çıkmıştı. İç çekip takındığım maskeyi korurken başımı salladım.
“Yürüyüşe mi çıktınız Majesteleri? Rashta da yürüyüşe çıktı.”
“Evet.”
Bitmek bilmez enerjisinin nereden geldiğine dair hiçbir fikrim yoktu. Onu en son gördüğümde ilişkimiz pek iyi değildi.
“Oradan geldim.”
Parmağıyla geldiği yolu işaret edip gülümsedi ve eğilerek Prens’i selamladı.
“Merhaba, ben Rasta.”
Prensin bu kaba selamlamadan rahatsız olacağını düşünmüştüm ama beklenmedik bir şekilde gülümsedi ve Rashta’nın hareketlerini kopyaladı.
“Merhaba, ben de Heinley.”
Rashta’nın kıkırdaması gümüş bir zil sesi gibiydi.
“Çok eğlencelisiniz. Majesteleri, bu kim? Onu daha önce hiç görmemiştim.”
Heinley benden önce kendini tanıttı.
“Ben Batı Krallığı’ndan Prens Heinley.”
“Wow! Prens mi?!”
Rashta elleriyle ağzını kapatıp heyecanla bağırdı.
“Rashta daha önce hiç prens görmemişti!”
“Haha, öyle mi?”
“Gerçekten de masal kitabından bir prens gibi görünüyorsun.”
“Tanrım. Beni şımartıyorsunuz.”
Rashta’nın yanaklarında pembe güller açtı.
“İkiniz birlikte mi yürüyorsunuz?”
“İmparatoriçe’den bana etrafı gezdirmesini istemiştim.”
“Burası harika değil mi? Görecek çok fazla yer var.”
“Her şeyi görmedim ama şimdiye kadarkiler inanılmazdı.”
Onunla ilk tanıştıklarında Rashta’nın davranışlarından veya konuşmasından utanan soyluların aksine, Prens Heinley onu kolayca idare ediyordu. Rashta Prens Heinley’e kendini rahat hissedip hissetmediğini sorduktan sonra parlak bir gülümsemeyle başka bir soru yöneltti.
“Prens Heinley, size rehberlik etmemi ister misiniz?”
Prens Heinley kaşlarını kaldırdı.
“Bayan Rashta mı?”
“Rashta son zamanlarda tüm sarayı keşfe çıkmıştı. Bilmediğim hiçbir yer yok!”
Rashta baktı ve nazikçe ekledi,
“Majesteleri meşgul biri, bu yüzden sizin için Rashta yapacak.”
“Ah. Teşekkürler Bayan Rashta. Ama gerek yok. İmparatoriçe harika bir rehber.”
Henüz ona hiçbir şey göstermemiştim. Prens Heinley bana özür diler gibi baktı.
“Ah! O zaman Rashta da sizinle gelecek. Yürüyüşe üçümüz birlikte çıkarsak daha eğlenceli olur!” (Çn: yaş 3)
Rashta Prens Heinley’nin yanına ilişti ve Heinley hafifçe gülümseyerek karşılık verdi.
Rashta’nın bize eşlik etmesine izin verseydi orayı tamamen terk ederdim. Makul bir bahane olabilecek şeyleri düşündüm.
Meşguliyet? Hayır, meşgul olmadığımı söylemiştim.
Az önce meşgul olduğumu hatırladım? Hayır, bu çok aceleci oldu.
Belki de hemen tuvalete gitmem gerekir… Hayır, kesinlikle olmaz.
Her halükarda İmparatoriçe ve İmparator’un cariyesinin komşu ülkenin prensiyle gezintiye çıktığı bir sahne yaratmak istemiyordum. Böyle bir saçmalık olamazdı. Ama ben bir bahane bile seçemeden-
“Üzgünüm Bayan Rashta.”
Prens Heinley Rashta’yı nazik ama keskin bir sesle reddetti.
“Üç çok fazla.”
Rashta şaşırmış görünüyordu. Prens Heinley ona “Yürüyüşün tadını çıkar.” diyerek veda etti ve sakince uzaklaştı. Kibar, ama şaşırtıcı derecede soğuktu. Genellikle birisi eşlik etmeyi teklif ettiğinde yapılacak en kibar şey kabul etmekti.
Şaşırarak yandan profiline baktım. Ben fark etmeden, ona rehberlik etmemi istediğindeki gösterişli tavrına geri döndü. Düşünceyle kaşlarını çattım… kesinlikle haşin bir karakteri vardı. Gerçekten iyi görünüşüne güvenen bir adamdı. Sosyal çevrelerdeki dedikoduların sebebi bu muydu?
Ben düşünürken Prens Heinley bana baktı. Beklenmedik bir soru sorarsa kendimi belli etmekten korkarak bakışlarından kaçındım.
“Beni yakışıklı bulmuyor musun?”
Neden bahsediyordu? Hafifçe kaşlarını çattım ve Prens Heinley devam etti.
“Tuhaf. Şu noktada insanlar genelde bana ilgi duyardı. Neden kraliçe bu kadar soğuk? Bugün yüzüm şiş mi? Güzel giyindiğimden emin olmuştum.”
Yanlış duymuş olmalıydım. Ona baktım ve Prens Heinley aniden gülmeye başladı.
…Bu bir şaka mıydı?
“Özür dilerim Majesteleri. Az önce çok katıydınız.”
“!”
“Az önceki kadın İmparator’un metresi miydi?”
Prens Heinley “cariye” yerine “metres” demişti. Bu da pek soylulara özgü bir hareket değildi ve beni gülümsetti.
“İmparator garip bir adam. Gözünün önünde Kraliçe varken nasıl başka birine bakabilir?”
“Nazik sözleriniz için teşekkürler ama…”
“Bana teşekkür etmenize gerek yok. Sizin değerinizi bilmiyorsa bu onun kaybı olur.”
Belki de ona çapkın denmesinin sebebi budur. Bir anlığına şaşırmıştım ve hoşuma gitmişti. Sözlerinin beni memnun etmek için olduğunu biliyordum ama kibirli yüzü övgüsünü hazmetmemi engelledi. Biri boğazından tutup ona emretse bile iltifat etmek istemeyecek türden birine benziyordu.
Gülümsemeye çalıştım ve bana çocuksu bir sırıtışla karşılık verdi.
“Yani, sakıncası yoksa Majesteleri, beni Yeni Yıl kutlamalarının son günündeki özel ziyafete davet eder misiniz?”
Son Yılbaşı ziyafetinde bulunanlar yüksek statülü çok seçkin konuklar, büyük başarılar elde edenler veya etmesi beklenenlerdi. Ancak İmparator ve İmparatoriçe sadece on kişi davet etmişti. Doğal olarak davetiyelerin çoğu Yeni Yıl’dan önce çoktan gönderilmişti ve yine doğal olarak Prens Heinley bu listenin başındaydı.
“Zaten bir davetiye almadınız mı? Yoksa…”
“Aldım. Ama bu Doğu İmparatorluğu İmparatoru’nun davetiydi.”
Yine bana bakıp kaşlarını kaldırdı.
“Ben İmparatoriçe’nin konuğu olmak istiyorum.”
“Minnettarım ama çoktan tüm davetiyeleri gönderdim.”
“Neden İmparator’un adını çizip altına kendi adınızı yazmıyorsunuz?”
Söyledikleri saçmalıktı ve kendi sözlerine kıkırdayıp tekrar kolunu teklif etti.
“Yürümeye devam edelim mi?”
***