İmparatoriçe - 17.Bölüm
Ertesi gün uyanınca Queen’in gitmiş olduğunu gördüm. Pencere hafif aralıktı, sanki o öyle bırakmış gibi.
‘Ne zeki bir kuş.’
Daha da etkileyici olan, notu masamdan almayı hatırlamış olmasıydı.
“Kontes Eliza. Masamdaki kağıtları temizledin mi?”
Her ihtimale karşı Kontes Eliza’ya sordum.
“Hayır Majesteleri. Gitmiş mi?”
“Evet, muhtemelen Queen almış olmalı.”
Kontes Eliza da bu hikayeden etkilendi. Merkezi Saray’a saraya giderken bahsi düşündüm. Queen oldukça zekiydi, bu yüzden sahibi de öyle olmalıydı. Belki de Blue Bohean İmparatoru Sirim’di. Oldukça akıllı olduğunu duymuştum. Ayrıca Blue Bohean bir liman ülkesi olduğundan diğer ülkelere kıyasla haberci kuşları en çok onlar kullanırdı…
“Yüzünüz daha canlı görünüyor Majesteleri.”
“Öyle mi?”
“Evet. Kasvetli ruh haliniz için endişeleniyordum ama Yeni Yıl kutlamalarının sizi neşelendirdiğine sevindim Majesteleri.”
“Ah…”
İşin aslı modumu yükselten Queen’in varlığıydı, ancak Yeni Yıl kutlamaları olmasaydı o da hiç gelmemiş olurdu. İşin sonunda Kontes Eliza haklıydı.
Gülümseyerek işlerim üzerine çalıştım ve öğle vakti gelir gelmez Batı Sarayı’na geri döndüm. Yemeklerimi genellikle Merkezi Saray’da yerdim ama Queen’in dünkü gibi beni pencerenin dışında bekleyeceğinden endişeliydim.
“Yine.”
Queen yine pencerenin önünde oturuyordu. Neyse ki hava açıktı ve yağmurda titremek yerine gün ışığında yarı pinekliyordu. Pencereyi açınca Queen hızlıca odaya girip bacağını uzattı. Notu çıkarıp hevesle baktım ve yine o tanıdık el yazısını gördüm.
-Queen üzerine bahse giriyorum…
Queen’e baktım. Kuş büyük gözlerini kırpıştırıp mektubun içeriğinden habersizce başını eğdi.
“…”
-Gu? (Çn: kuşun çıkardığı ses)
“Sahibin seni mi teklif ediyor Queen?”
Ben konuşur konuşmaz Queen sıçrayıp kanatlarını çırptı. Queen’i kollarıma alıp kucağıma koydum ve muhteşem altın tüylerine baktım.
Queen’e sahip olmak isterdim. Daha önce hiç böyle sevimli, akıllı ve güzel bir kuş görmemiştim. Ama… kim ne derse desin kendi sahiyle kalması en iyisiydi. Bahsi kazansaydım ve Queen salıverilseydi üzücü olurdu. Hayır, daha iyi tarif etmek gerekirse, Queen sahibi tarafından terk edilmiş olurdu.
Bu yarıştan da pek memnun değildim. Tabii ki merak ediyordum ama endişe beni durdurdu. Queen’in sahibiyle birbirimize mesaj gönderebilmemizin sebebi birer yabancı olmamızdı. Birbirimizin kimliğini keşfettikten sonra bile bu kadar samimi konuşabilecek miydik? İmparatoriçe olarak pozisyonumun saygınlığını korumak adına dikkatli olmalıydım, yoksa bu rahatlatıcı atmosfer ortadan kaybolacaktı.
-Gu?
Ben hala otururken kuş sanki yazmaya başlamam için sabırsızlanıyormuş gibi elime dokundu, tereddüt edip Queen’i masama götürdüm. Onu yere koydum ve bir parça kağıt çıkararak bir yalan yazdım.
-İpucu. Ben bir erkeğim.
Queen mesajımı gördüğü anda kanatlarını çırpıp viyakladı. Gülüyor gibiydi ve sadece bir kuş olmasına rağmen utandım. Yanağını okşadım ve Queen etrafında daire çizerek dönüp başını bileğime sürttü.
“Sahibine yalan söylemenin eğlenceli olduğunu mu düşünüyorsun?”
-Gu!
Eğlendiğine sevinmiştim. Queen’in sahibi için üzgün hissediyorum ama… bu yalanı yazarsam beni bulamayacak. Bu şekilde birbirimizi bulamayız ve şimdiki gibi meçhul arkadaşlığımızı sürdürebiliriz.
“Bunu sen de seviyorsun, değil mi Queen?”
-?
***
Yeni yıl kutlamalarının resmi olarak başlamasından bir gün önceydi.
Son gelenleri selamlayıp Yeni yılın gidişatını ve son günkü özel baloyu kontrol ettim. Öğlen yemeği vaktinde Queen’in bugün de gelip gelmediğini görmek için tekrar Batı Sarayı’na gittim ama çabalarım sonuç vermedi. Onun yerine birkaç gündür buralarda olmayan Vikontes Verdi geri dönmüştü. Hala oldukça solgun ve sıkıntılı görünüyordu ama beni selamladı.
“Majesteleri sizin için problem değilse ben…”
“Sorun değil. Bana söyleyebilirsin.”
“Biraz borç alabilir miyim?”
Yüzü kızaran Vikontes Verdi, neden ihtiyacı olduğunu bile açıklayamadı.
“Yaklaşık beş bin *krangs…” (Çn: onların para birimi)
Her nasılsa diğer nedimeler de ben de bir şekilde biliyorduk. Muhtemelen oğlu ya da kocası içindi. Vikontes aceleyle mülküne geri dönmesine rağmen ailesini bu bataktan kurtaramamıştı. Daha fazla burnumu sokmadan ona borç vereceğime söz verdim ve tekrar tekrar bana geri ödeyeceğini söyleyerek utançla odayı terk etti.
“Ben olsam boşanırdım.”
Laura evli değildi ve Vikontes’in halinden pek anlamıyordu.
“Bu Lux ordusunu ziyan etmek kadar kötü olurdu.”
Kontes Eliza bunu Laura’ya açıklarken sabırlıydı ama genç leydi hala anlamış gibi görünmüyordu.
“Ama boşanma kararı alsa bile çocuğu gayri meşru sayılmaz mı?”
“Hemen olmasa da çocuğun miras hakkını kaybetme olasılığı var. Bu yüzden katlanmaya devam ediyor Laura.”
“Ne fark eder? Onun gibi bir baş belası mirasçı olursa ancak ailesinin kökünü kuruttuğuyla kalır.”
“Hişt! Laura!”
Kontes Eliza Laura’ya bakıp dudaklarını büktü.
“Sadece endişeleniyordum.”
***
Vikontes Verdi tekrar mülküne döndü ancak kimse rahat bir şekilde yemek yiyemedi. Öğle yemeğimi bitirir bitirmez hızla Merkezi Saray’a döndüm. İş saatlerimin sonuna doğru mola verdiğimde bir şey oldu.
“Majesteleri.”
Şövalyelerden biri ofisime gelip bana beklenmedik bir rapor verdi.
“Prens Heinley sizi görmek istiyor.”
“Prens Heinley mi?”
Neden o? Dışarı çıkınca onu sırtını bir duvar resmine vermiş bana bakarken buldum.
“Ah. Majesteleri.”
Ona yaklaştım, başını çevirip yine bir şövalye gibi eğildi.
“Umarım çok kaba değilimdir.”
“Hiç de bile. Sizin için ne yapabilirim?”
“Bu saatlerde işinizin bitmiş olacağı söylenmişti. Hala meşgul müsünüz?”
Çalışma saatlerimi mi öğrenmiş? Aslında haklıydı. Neredeyse bitirdiğimi söyledim ve sırıttı.
“Bu harika. Sakıncası yoksa bana sarayı gezdirebilir misiniz? Etrafa bir bakınmak istiyorum ama kaybolmaktan korkacağım kadar büyük.”
“Ah. O halde nedimelerim-”
“Siz.”
Ona nedimelerimden birini vermek üzereydim ama basık bir sesle beni böldü.
“Kraliçenin yapmasını arzuluyordum.”
(Çn: Normalde İmparatoriçe demesi lazım ama Queen diyor 😉
***