İmparatoriçe - 16.Bölüm
Çoktan gelmiş mi? Konuklar saraya giriş yapmaya daha bugün başlamıştı. Tüm gelenleri aklımdan geçirdim.
“…”
Bu kadar misafir arasından tek bir kişiyi saptamak zordu. Grandük Chrome ve eşi, Grandük Lilteang, Kuzey Krallığı’ndan Şansölye ailesi, Samoneau’dan Düşes Cranthia’nın çocukları, Batı Krallığı’ndan Prens Heinley, Blue Bohean İmparatoru Sirim…
Problem ikişer üçer gelmiyor olmalarıydı. Sırf Grandük ve eşinden bile şövalyeler, hizmetçiler ve korumalar vardı ve diğer konukları da hesaba katmak için bu sayısı birkaç kez çarpın. Mektubun bir kadından mı yoksa erkekten mi geldiğini, genç mi yaşlı mı olduğunu veya hangi statüde olduğunu bilmiyordum.
Queen’in sahibinin kim olduğunu belirlemek neredeyse imkansızdı.
-Kim olduğunu bilmiyorum.
Biraz daha düşünüp ekledim,
-Sen beni tanıyor musun?
Bilmediğinden emindim. Sarayda yaşayan sayısız insandan biriydim. Mektubu yazmayı bitirir bitirmez Queen yanıma zıpladı.
“Bu kuş oldukça zeki Majesteleri.”
“Tüylerini temizlerken bile Majesteleri’yle göz teması kurmaya çalışıyor gibiydi.”
Queen kafasını bana çarptığında nedimeler kahkaha attı.
“Gerçekten mi?”
Kuşun kafasını okşadım, hoşnut bir ses çıkarıp ve gözlerini kıstı. Notu sarıp kuşun bacağına bağladım. Pencereden dışarı uçmadan önce kanatlarını çırpıp yatağa kondu ve ufak bir gösteri yaptı.
“Ne akıllı bir kuş…”
Böyle bir kuşu yetiştirmek için sahibinin kendisi de oldukça zeki olmalı. Ne tür biriydi? Laura gibi benimle yaşıt genç bir kadın mı? Zarif bir yaşlı hanım veya beyefendi mi? Müsrif bir soylu mu? Kılıcından başka bir şey bilmeyen bir şövalye…
“Kuşları seviyor musunuz Majesteleri?”
Ben sessizce pencereden dışarı bakarken Kontes Eliza geldi.
“Evet. Bence çok sevimliler.”
Kuş gerçekten inanılmazdı, öyleyse sahibi de inanılmaz olmalıydı. Kontes Eliza gülümsedi ve yarı cesaret verici bir ses tonuyla konuştu.
“O halde neden bu veya başka bir türden birkaç kuş yetiştirmiyorsunuz?”
“Oh, evet. Yeni doğmuş bir civciv harika olurdu.”
“Hadi onları bir araya getirelim.”
Cazipti ama bir an düşünüp başımı salladım.
“Hayır. Uzaktan bakmakla yetiştirmek farklıdır.”
Queen, sahibinin eğitimi nedeniyle son derece akıllıydı. Kuşları mı yoksa sadece Queen’in kendisini mi sevdiğim belli değildi. Eğer bir hayvanım olsaydı yetiştirmeden önce kendimi ona adayacağımmdan emin olurdum.
“Vikontes Verdi’yi dünden beri görmüyorum. …”
“Aceleyle mülküne geri dönmek zorunda kaldı.”
“…Yine sıkıntı mı yaşıyor?”
Nedimeler birbiriyle bakıştı. Diğerlerinin aksine Vikontes Verdi’nin başkentte bir konağı yoktu ve ailevi sorunlar nedeniyle sık sık evine geri dönerdi. Problem, “aile meseleleri”nin çoğunun genellikle tatsız haberler olmasıydı.
“Oğlunun yurtdışında kumar oynadığını duydum.”
“Ayrıca Vikont evli bir avam kadınla birlikteymiş ve kadının kocası dava açmış.”
Birçok aristokrat böyleydi. Vikontes Verdi’nin oğlunun kumar sorunu ve kocasının da kadın problemi vardı.
“Evet…”
Vikontes Verdi kesinlikle çok zorluk yüklenmişti. Endişeleniyordum ama benden istemediği sürece müdahale edemezdim, gururuna dokunurdu. Ve yardım istese bile bu benim çözebileceğim bir şey değil…
‘Herkesin sorunları var.’
İç çekip açık pencereyi kapatmak için uzandım.
***
Ertesi gün sabahın erken saatlerinde Güney Krallığı prensesinin varışından itibaren saraya daha fazla konuk geldi. Onunla selamlaşıp emniyetini sağladıktan sonra zaman hızlıca aktı. Belki de yağmur yağdığından, bugün özellikle telaşlı hissediyordum.
Bu, akşam odama çekilip zavallı Queen’i pencere pervazına konmuş beni bekler halde buluna kadardı. Pencereyi açtım, o da sırılsıklam ve titreyerek odaya girdi.
“Aman Tanrım. Sahibin seni bu havada mı gönderdi?”
-!
“Titriyorsun. Bir mesaj getirdiğine eminim.”
-…
Yarı ciddi vücudunun etrafına yumuşak bir havlu sarıp tüylerini nazikçe kurutdum. Queen bir anlığına tereddüt etti ama kısa süre sonra ellerimde pineklemeye başladı. Tamamen kuruyana kadar onu havluyla ovuşturdum ve dikkatlice notu bacağından aldım. El yazısı yağmur yüzünden dağılmıştı ama şöyle yazıyordu,
-O halde iddiaya girmeye ne dersin? Diğeri önce bulan kazanır.
Geçen sefer ne yazmıştım?
…Ah, kim olduğunu sormuştum. Bahise girmek istedi. Masaya gidip bir cevap yazdım.
-Ne üzerine?
Bitirince Queen’e baktım ve tekrar pencereye döndüm. Yağmur damlaları hâlâ sert bir şekilde cama çarpıyordu ve saatlerdir durmamıştı. Eğer onu şimdi gönderirsem üşütmez miydi? Queen havluyla oynamak yerine bana bakıyordu. Kalemimi koydum ve başını eğip ve masaya uçtu. Notun içindekilere göz gezdirmiş gibi görünüyordu, ardından notu bağlamamı istiyormuş gibi bacağını uzattı.
“Hayır.”
-?!
“Şuan yağmur yağıyor. Seni şimdi gönderirsem soğuk alırsın.”
Kuş beni gerçekten anlamış gibi tereddüt etti ve onu kollarıma alıp kafasını okşadım.
“Bugün benimle uyuyabilirsin. Yağmur durduğunda gidersin.”
-!
Şimdi düşününce… bu kuş erkekti. Bir kuş bir insanın cinsiyetine mi dikkat etmişti? Neden aniden donakaldı?
***
Banyo yapıp elbisemi giyindim ve odama döndüğümde Queen’i yatağımda uzanmış halde buldum. Yanımda uyuması için ayrı bir yastık verecektim ama çoktan sırtüstü uzanmıştı.
“…”
Bir kuş bu şekilde sırtüstü uyuyabilir mi? Sevimli.
Yaklaştığımda hafifçe aralanmış gagasından nefes aldığını görünce daha da şaşırdım. Ona hafifçe dokunsam bile uyanmadı, bu yüzden ben de yatağa, onun yanına uzandım. Omuzlarımdaki sıcaklığı hissederek hareketsiz kaldım. Belki de biraz ötede durmasına rağmen Queen’in vücut ısısı yüksek olduğu içindir.
Merakla ona bakarken Queen gözlerini açtı. Gözlerinin morunu görünce her nasılsa Prens Heinley’i hatırladım.
Düşününce, Prens’in de kartal gibi gözleri vardı. Uzanıp kuşun yanağını okşadım ve keskince parıldayan gözleri kısa süre sonra tekrar kapandı.
“Çok sevimlisin Queen.”
Hafifçe fısıldadım ve kuş kanat uçlarından ayaklarına kadar gerinip ardından kanatlarıyla kolumun üstünü örttü.
“İyi geceler Queen.”
***